3D Oyunlar
Türkiye'nin en güzel ve ilk 3d oyun sitesi - 3doyunlar.net
habanera(i.) Küba'da yapılan bir dans; bu dansa göre müzik.
haberdasher(i.), ABD erkek giyimi satan mağaza; (ing.) tuhafiyeci. haberdashery (i.) şapka dükkânı; (ing.) tuhafiye eşyası veya dükkânı.
habiliment(i.), (gen.) , (çoğ.) elbise, kıyafet, kılık.
habit(i.) adet, alışkı, alışkanlık, itiyat, tabiat, huy; iptila, düşkünlük; zihni yapı, kafa; yaradılış, tıynet; elbise, kıyafet, kılık; din adamları ve binicilerin giydiği özel kıyafet; (biyol.) özel olarak büyüme veya yetişme. habitforming (s.) iptilâ hasıl eden, alışkanlık meydana getiren. drug habit esrar alışkanlığı.
habit(f.) giydirmek. habited in giymiş.
habitable(s.) oturulabilir, ikamete elverişli habitabil'ity, hab'itableness (i.) oturulacak halde olma .
habitant(i.) (bir yerde) ikamet eden kimse.
habitat(i.) bir hayvan veya bitkinin yetiştiği yer; herhangi bir şeyin doğal yeri .
habitual(s.) alışılmış, mutat, itiyat edinilmiş; daimi. habitually (z.) alışıldığı şekilde, âdet üzere. habitualness (i.) alışkanlık, âdet, mutat oluş.
habituate(f.) alıştırmak, alışkanlık haline getirmek, itiyat kespettirmek. habitua'tion (i.) itiyat, alışkanlık.
habitue(i.) müdavim, daimi ziyaretçi.
hachure(i.), (f.), (güz. san.), resimde göIge çizgileri; haritalarda dağ yamaçlarını gösteren ince çizgi, tarama çizgi; (f.) tarama çizgilerle göstermek.
hacienda(i.) büyük çiftlik, fabrika veya iş yeri.
hack(i.), (f.) kira beygiri; ihtiyar at; kiralık atlı araba; AB,D, (k,dili.) taksi; külüstür araba; (f.) araba sürmek, taksi şoförlüğü yapmak. huck stand taksi durağı.
hack(f.), (i.) çentmek, yarmak, yontmak, kıymak; (İng,), (leh.) toprağı sürüp ekmek; kuru kuru öksürmek; A,B,D, argo becermek; slang çakmak; (i.) çentik; çentmeye mahsus alet; kekeleme; kuru öksürük; incik kemigine atılan tekme.
hack(i.), (f.), (s.) adi yazılar yazan kalitesiz yazar; (f.) para için adi yazı yazmak; (s.) adi yazıya ait. hack work adi yazı. hack writer para için adi yazı yazan kimse.
hack(i.) balık, peynir veya tuğla kurutmak için kullanılan ızgara.
hackle(f.) çentmek, yontmak, parçalamak; yontulmak, parçalanmak.
hackle(i.), (f.) keten ve kendir tarağı; horozun boynundaki uzun ve ince tüyler; bu tüyden yapılmış sinek şeklindeki olta iğnesi; (çoğ.) kızgınlık anında köpeğin boynunda dikleşen tüyler; (f.) keten tarağı ile taramak; olta ucuna suni sinek yemi takmak.
hackney(i.), (s.), (f.) binek veya koşum atı; kira arabası; (s.), (mec.), çok kullanılmış; adi, bayağı; (f.), (nad.) sokak arabası gibi daima ve her işe kullanmak; eskitmek, körletmek.
hackneyed(s.) adi, harcıa1em, günlük; dile düşmüş; basmakalıp; kaşarlanmış.
hacksaw(i.), hack saw demir testeresi, vargel testere.
had(bak.) have.
haddock(i.) mezit balığı, (zool.) Melanogrammus aeglefinus.
hade(i.), (f.), (jeol.), damarın dik vaziyetten ayrılma açısı; (f.) bu suretle eğrilmek.
hades(i.), (mit.), öIüler diyarının tanrısı Pluton'un diğer bir adı; ölülerin ruhlarının bulunduğu yer.
hadji(i.) hacı. haema, haemato, haemo (bak.) hema, hemato, hemo.
haft(i.), (f.) bıçak sapı, kılıç kabzası; (f.) bıçağa sap takmak .
hag(i.) yaşlı çirkin kadın, kocakarı, acuze; buyücü kadın; eski dişi hayalet veya cin.
hagfish(i.) yılanbalığına benzeyen ve başka balıkların vücuduna başını sokarak yaşayan ufak deniz balığı.
haggada(i.) Musevi din kitaplarının efsane kısmı; Musevi din kitaplarının tefsiri. haggadic (s.) bu kitaplara veya tefsirlere ait. haggadist (i.) bu kitap veya tefsirlerin yazarı.
haggard(s.) yorgunluk ve açlıktan dolayı bitkin görünüşlü; yabani görünüşlü, yabani davranışlı (doğan).
haggis(i.), iskoç koyun veya dana ciğer ve yüreği ile yapılan soğanlı yahni.
haggle(f.), (i.) sıkı pazarlık etmek; çekişmek; acemice kesmek; (i.) sıkı pazarlık; çekişme.
hagiographa(i.), (çoğ.) Eski Ahit'te Tevrat ve peygamberlere ait kitapların dışında kalan kitaplar.
hagiology(i.) azizlerin hayatı ile ilgili edebiyat .
hagridden(s.) büyülenmiş olduğundan dolayı kederli. ,
haha(i.), ünlem kahkaha sesi; ünlem Hahhah !
haha(i.) bir bahçenin etrafındaki alçak çit.
haik(i.) Arapların başları ile beraber vücutlarına sarındıkları kumaş, ihram, çarsaf.
haiku(i.) Japonlara has üç mısralık kıtalardan meydana gelen kısa şiir.
hail(f.), (i.) selâmlamak; çağırmak; seslenmek; (i.) selâmlama, seslenme. hail fellow well met samimi dost, yakın arkadaş; herkesle çabuk ahbap olan kimse, sıcakkanlı kimse, samimiyetten hoşlanan kimse. hail from den, ,,, Iimanından kalkmak. Where do you hail from? Nerelisin? Nereden geldin? within hail ses duyulacak mesafede, yakın.
hail(i.), (f.) dolu; dolu gibi yağan şey; (f.) dolu halinde yağmak veya yağdırmak; hızlı ve şiddetli gelmek (söz, yumruk). hailstone (i.) dolu tanesi. hailstorm (i.) dolu fırtınası.
hair(i.) saç,kıl, tüy; kıl payı mesafe. hair curler bigudi. hair net saç filesi. hair pencil kıldan yapılmış ince resim fırçası. hair remover kılları döken ilâç. hair re storer saçı beslediği zannedilen ilâç. hair shirt at kılı gömlek, ceza gömleği. hair spray saç tuvaletini korumak için saça püskürtülen sıvı, sprey . hair trigger tabancanın çok hassas tetiği. get in one,s hair bir kimseyi rahatsız etmek, bir kimseye yapışmak, taciz etmek. His hair stood on end. Tüyleri ürperdi. Iet one's hair down ABD, (argo.) içini dökmek. not turn a hair kılını kıpırdatmamak . to a hair tıpkı, tamamen aynı .
hairbreadth(s.), (i.) kıl payı; (i.) kıl kadar mesafe .
haircloth(i.) kıldan yapılmış sert bir kumaş.
haircut(i.) saç tıraşı; saç kesilme biçimi. I want a haircut. Saçımın kesilmesini istiyorum.
hairdo(i.) (çoğ. dos) saç tuvaleti, saç şekli,
hairline(i.) (alında) saç çizgisi; ince çizgi .
hairpin(i.), (s.) saç tokası, firkete; (s.) ''u'' şeklinde kıvrılan. hairpin turn keskin viraj.
hairy(s.) kıllı tüylü, kıldan yapılmış; kıl gibi; ABD, (argo.) tehlikeli; mükemmel. hairi ness (i.) tüylülük, kıllılık.
hake(i.) barlam (balık), merlos, (zool.) Merluccius vulgaris .
halakah(i.) Musevi dinindeTalmud'da bulunan kuralların toplamı.
halation(i.), (foto.) resimde karşıdan gelen kuvvetli ışığın pencere gibi yerlerin kenarlarından taşması.
halberd , halbert(i.) eskiden kullanılan baltalı kargı, teber. halberdier' (i.) bu silâhı kullanan kimse, teberdar.
halcyon(i.), (s.) yalıçapkını, iskelekuşu emircik, (zool.) Alcedo atthis; kış başında deniz kenarında yumurtladığı zamanlarda fırtınayı durdurduğu farzolunan hayal mahsulü bir kuş; (s.) bu hayali kuşa ait; durgun, sakin, dingin. halcyon days kış ortasında iyi hava; sulh ve bereket devresi .
hale(f.) surüklemek .hale into court mahkemeye celbetmek.
hale(s.) sağlam, dinç, zinde.
half(s.), (z.), (i.) yarım (for less than one); buçuk (for more than one); (z.) yarı, yarı yarıya; kısmen; (i.) yarı. half binding arkasıyla köşeleri deri ve yanları kâgıt veya bez cilt. half blood melez, yarım kan. half brother üvey erkek karde, anne veya babası bir olan erkek kardeş. half crown iki buçuk şilin değerinde eski ingiliz gümüş parası. half gainer balıklama dalış. half hitch dülger bağı bir volta, sade ilmik. helf holiday yarım gün tatil, öğleden sonra tatil. half life (fiz.) radyoaktif bir maddenin yarısının kaybolması için gerekli olan müddet, yarılanma süresi. half measures yeterli olmayan tedbirler. half mourning yarı matem elbisesi, matem süresinin sonunda giyilen grili veya beyazlı elbise. half nelson spor boyunduruk. half note (müz.) ikilik nota, beyaz nota. half pay yanm maaş; açıkta bekleme maaşı. half pint bir bardaklık öIçü; ABD, argo kısa boylu adam. half seas over sarhoş. half sister üvey kız kardeş. half sole gizli pençe, yanm pençe .half time haftaym, ara; yanm günlük (çalışma). at half cock tetiği yan çekilmiş halde; çileden çıkmış halde, tepesi atmış olarak. better half eş (kadm veya erkek). by half çok fazla. cut in half, cut into halves yarıya bölmek .do a thing by halves bir işi yanm yamalak yapmak. go halves yarı yarıya böIüşmek. go off halfcocked (k.dili) tedariksiz gitmek. have half a mind meyilli olmak. It is half past one. Saat bir buçuk. not half bad hiç de fena olmayan.
halfandhalf(z.), (s.), (i.) yarı yarıya; (s.) karışık; (i.), (ing.) iki çeşit içki karışımı.
halfbreed(s.), (i .) melez, yanm kan (kimse) .
halfcaste(i.), (s.) babası Avrupalı annesi Hintli olan kimse; (s.) melez.
halflength(s.), (i.) yanm boy; vücudun yukan kısmını gösteren resim .
halfmast(i.) bayrağın yarıya indirilmesi.
halfpenny(çoğ. halfpence) (i.), (ing.) yarım peni.
halftone(i.), (matb.) resmi hafif noktalarla gösteren klişe.
halftrack(i.) arkası ttırtıllı önü tekerli askeri vasıta.
halfway(z.), (s.) ortada, yan yolda; yetersiz olarak; (s.) yetersiz; yarı yolda bulunan (han veya otel). halfway house hapisten çıkanlann geçici olarak kalabileceği yurt.
halide(i.), (kim.) klor grupundan bir unsurla meydana gelen tuz.
hall(i.) koridor, dehliz; hol; toplantı salonu, büyük salon; resmi veya umumi toplantılara mahsus bina; konak; okul veya üniversite binası .
hallmark(i.) altın veya gümüşte ayar damgası; kalite işareti.
hallooünlem, (i.), (f.) dikkati çekme ünlemi; avda köpekleri saldırtma ünlemi; (i.) hayret ifade eden ses; (f.) bağırarak cesaret vermek veya canlandırmak.
hallooünlem, (ing.) Hayret! Hey !
hallow(f.) takdis etmek, kutsamak.
halloween(i.) 31 Ekim akşamı, çocukların türlü kıyafetlere girerek eğlenceler tertip ettikleri hortlak gecesi.
hallucinate(f.) sanrılamak; sanrılatmak. hallucina'tion (i.), (psik.) sanrı vehim, kuruntu; akli denge bozukluğundan ileri gelen kuruntu. hallu'cinative, hallu'cinatory (s.) sanrı kabilinden, kuruntu getiren .
hallucinogen(i.), (tıb.) sanrıya kapılmaya sebep olan ilaç. hallucinogen'ic (s.), (i.) sanrıya kapılmaya sebep olan (esrar) .
hallux(çoğ. halluces) (i.), (anat.) ayak başparmağı.
halo(i.) (çoğ. los, loes) hale, ağıl, ışık halkası; (güz.) (san.) azizlerin başı etrafına konulan hale; şeref nuru.
haloid(s.), (i.), (kim.) halojenli, halojenimsi; (i.) bir halojenle meydana gelen tuz.
haloqen(i.), (kim.) halojen, tuzveren.
halt(i.), (f.) duruş; durma, duraklama; mola; (f.) durmak; duraklamak, durdurmak. call a halt durdurmak, kesmek, son vermek.
halt(s.), eski topal, aksak. the halt topallar, sakatlar.
halt(f.) kusurlu olmak, eksik olmak (vezin); duraksamak, tereddüt etmek. halting (s.) duraksayan.
halter(i.), (f.) yular; boyundan askılı ve sırtı açık bir çeşit kolsuz kadın bulüzü; idam ipi; (f.) yular takmak; yular takarcasına bir kimseye engel olmak; iple asmak, idam etmek.
halve(f.) yarıya bölmek, iki eşit kısma ayırmak; yarıya indirmek .
halyard , halliard(i.), (den.) kandilisa, abli, çördek, bazı yelken ve serenleri veya bayrağı yerine kaldıran halat .
halys(i.) Kızılırmak (eski ismi).
ham(i.), (f.) jambon, domuz budu; (çoğ.) kıç kaynağı, insanın kaynak ve oturma yeri; kaynak, but; dizin alt veya iç kısmı; tiyatro abartarak oynayan oyuncu; (k.dili) amatör radyo operatörü; (f.), argo aşırı duygusal veya abartmalı bir şekilde oynamak.
hamadryad(i.), (mit.) orman perisi, ağaç perisi; zehirli bir Hindistan yılanı; bir çeşit Habeş maymunu
hamburg(i.) Hamburg; bir çeşit kara üzüm; bir çeşit ufak tavuk; bir çeşit erkek şapkası.
hamburger(i.) sığır kıyması; bu kıymadan yapılmış köfte, hamburger.
hame(i.) hamutun koşum kayışına bağlı eğri tahtalarından biri.
hamitic(i.); (s.) Kuzey Afrika'da bir dil ailesi (Eski Mısır dili, Berberce); (s.) bu dil ailesine ait .
hamlet(i.) ufak köy, birkaç evden ibaret köy.
hammer(i.) çekiç, tokmak; (anat.) çekiçkemği; tüfek horozu; muhtelif aletlerin uzunca, yassı ve ekseriya oynak kısımları; mezatçı tokmağı. hammer and sickle orak ve çekiç. hammer and tongs (k. dili) büyük gürültü ve gayretle. hammer lock güreşte kolun arkaya bükülmesi. hammer throw spor çekiç atma yarışması. between the hammer and the anvil iki ateş arasında, çok zor durumda. claw hammer tırnaklı çekiç. come under the hammer açık artırma ile satılmak. pick hammer tek ağızlı kazma.
hammer(f.) çekiçle vurmak, çekiçlemek; çekiçle işlemek; yumruk atmak, yumruklamak; (kalp) hızla atmak; zihnen çok çalışmak; saldırmak, hücum etmek. hammer an idea into one's head bir kimsenin kafasına bir fikri sokmak, zorla anlatmak. hammer at azimle uğraşmak, uğraşıp durmak. hammer away durmadan çalışmak. hammer out şekil vermek, plan yapmak.
hammerhead(i.) çekiç balığı, (zool.) Sphyrna zygaena malleus.
hammock(i.) hamak, (den.) branda yatak.
hamper(i.) sepet sandık, kapaklı büyük sepet, çamaşır sepeti.
hamper(f.), (i.) engel olmak, mâni olmak; (i.) engel, mânia; (den.) arma.
hamster(i.) iri avurtlarında yiyeceğini yuvasıma taşıyan sıçan türünden kemirici bir hayvan, (zool.) Cricetus.
hamstring(i.), (f.) (strung) (anat.) diz arkasmda bulunan iki büyük kirişten biri; (f.) bu kirişleri kesmek; sakatlamak, topal etmek; çalışamaz hale getirmek .
hamulus(çoğ. li) (i.) küçük kanca, çengelcik, kanca şeklinde çıkıntı.
hand(f.) elle vermek; el vermek; (den.) yelkeni istinga edip sarmak. hand down nesilden nesile devretmek; karar vermek . hand in yetkili bir kimseye vermek. hand it to argo haklı olarak övmek. hand on babadan oğula geçirmek; başkasına vermek. hand out dağıtmak. hand over vermek, devretmek, teslim etmek.
hand(i.) el; el gibi uzuv (maymun ayağı, şahin pençesi, Istakoz kıskacı); kudret, yetki, salahiyet; parmak, işe karışma; maharet, hüner; el yazısı, imza; yardım; usta; yetki sahibi kimse; işçi, amele; taraf, yan; saat yelkovanı veya akrebi; atın yüksekliğini öIçmeye mahsus bir öIçü (on santimetre); alkış; iskambil el, sıra; oyun; hevenk; tütün yaprağı demeti. hand and foot bütün isteklerini karşılamak üzere, el pençe divan. hands down parmağını kıpırdatmadan, ko laylıkla. hand glass el aynası; el büyüteci . hand grenade el bombası. hand in glove with... ile çok yakın ilişkisi olan. hand in hand el ele. hand loom el tezgahı. Hands off ! Dokunma ! Elini sürme ! Bırak ! hand organ latarna. hand running (k.dili) sıra ile, arkası kesilmeden. hand to hand göğüs göğüse, yumruk yumruğa . handtomouth (s.) kıt kanaat geçinen; ihtiyatsız, çok müsrif. Hands up ! Eller yukarı ! Davranma ! a heavy hand sertlik zulüm. all hands (den.), tekmil tayfa. an old hand at tecrübeli, usta, ehil, kurt. at first hand doğrudan doğruya, birinci elden, asıl yerinden. at hand yakın, yanında, el altmda . be on one's hands (görev veya sorumluluk) omuzlarında olmak; elinde kalmak. by hand el ile. change hands el değiştirmek ,başkasının eline geçmek. clean hands suçsuzluk, masumluk. eat out of one's hand bir kimsenin elinden yemek; bir kimsenin fikirlerini kabul edip ona uymak; bir kimsenin dalkavuğu olmak. force one's hand zorla yaptırmak; bir kimseyi yapacağnı açığa vurmaya mecbur etmek. from hand to hand elden ele. give one's hand to bir kimse ile evlenmeyi kabul etmek. have a hand in it bir işle ilgisi olmak, bir işin içinde parmağı olmak. have one's hands full fazla meşgul olmak , zor başa çıkmak; başka işe vakti olmamak. in hand elde; hazırlanmakta; kontrol altında, gözaltında. in one's hands uhdesinde, elinde. keep one's hand in hünerini kaybetmemek; üstünde devamlı çaIışmak. Iay hands on el atmak, tecavüz etmek, yakalamak; takdis etmek, kutsamak. Iend veya give a hand yardım etmek, elini uzatmak. near at hand yakınında, yanı başında. off one's hands elinden çıkmış, sorumluluğu dışında. on all hands her taraftan. on hand elde; hazır, mevcut. on the one hand, on the other hand diğer taraftan. out of hand hemen, birdenbire; elden çıkmış, kontrolsüz. second hand sa- niye ibresi. show one's hand niyetini açığa vurmak. take in hand girişmek, üstüne almak. throw up one's hand ümitsizce bırakmak. turn one's hand to something bir işi ele almak. upper hand üstünlük wash one's hands of sorumluluğu üzerinden atmak, sıyrılmak. with a high hand zorbalıkla, kaba güçle.
handbag(i.) el çantası, kadın çantası.
handbreadth(i.) bir el eninde ölçü (yaklaşık olarak 10 cm.).
handcuff(i.), (f.) kelepçe; (f.) kelepçe vurmak .
handful(i.) avuç dolusu; az miktar; (k.dili) başa çıkılması zor olan kimse veya iş.
handgrip(i.) elle yakalama veya kavma; (çoğ.) göğüs göğüse çatışma.
handicap(i.), (f.) (ped, ping) mânia, engel; sakatlık; elverişsiz durum, handikap; spor engelli koşu; (f.) mânia koymak; engel olmak; yarışta mânia koymak .handicapped (s.) sakat, malul. mentally handicapped geri zekâlı. the handicapped sakatlar, yardıma muhtaç olanlar .
handle(f.) el sürmek, dokunmak; ele almak; kullanmak, elle kullanmak; elle idare etmek; idare etmek, muamele etmek; satmak; ele gelmek, ele uygun olmak.
handle(i.) sap, kulp, kabza, tutamaç, tutamak; tokmak; alet, bahane, vasıta; (k,dili.) bir kimseye verilen acayip isim. fly off the handle (k.dili.) kızmak, köpürmek, tepesi atmak.
handlebar(i.) (bisiklette) gidon; ABD, (k.dili) palabıyık.
handling(i.) elle dokunma; işleme tarzı. handling charges elden geçirme masrafları.
handmaiden(i.) eski hizmetçi kız ,evlatlık, besleme; cariye, odalık.
handmedown(s.), (i.), (k.dili) kullanılmış, elden düşme; (i.) kullanılmış elbise veya eşya .
handout(i.) bedava dağıtılan yiyecek, sadaka; bildiri .
handpick(f.) elle toplamak; dikkatle seçmek .
handrail(i.) merdiven parmaklığı, tırabzan.
handsel(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) uğur getirmesi için verilen hediye; siftah; pey; ilk taksit; (f.) siftah ettirmek; pey vermek; yeni yapılan bir işin veya yeni alınan bir şeyin şerefine ziyafet vermek .
handsome(s.) yakışıklı; çok, bol, mebzul, iyi; cömert. handsomely (z.) cömertçe; bol bol .
handy(s.) hazır, yakın, el altında; eli işe yatkın, becerikli, usta, mahir; elverişli, kullanışlı. handily (z.) kolay bir şekilde, elverişli olarak.
hang(f.) (hanged) asarak idam etmek .
hang(i.) duruş (etek, perde); anlam, mana, kullanılış tarzı; sarkma, asılış. get the hang of usulünü öğrenmek, manasını kavramak. not give a hang aldırmamak, umursamamak .
hang(f.) (hung) asmak; takmak; sarkıt mak; eğmek (baş); kaplamak, yapıştırmak; ABD engellemek, mani olmak (jüri kararı); asılmak, asılı olmak, sallanmak, sarkmak . hang around (k.dili) başıboş gezerek beklemek. hang back tereddüt etmek, çekinmek . hang fire zamanında ateş almamak; neticesi çıkmamak. hang heavy yavaş geçmek (zaman). hang in the balance muallâkta olmak . Hang it ! Lânet olsun ! hang on bağlı olmak; yapışmak; peşini bırakmamak. hang out sarkmak, asılmak; sarkıtmak, asmak; argo (bir yerde) vakit geçirmek, oyalanmak. hang over abanmak, sarkmak, başında olmak (iş); tehdit etmek; eskiden kalmış olmak. hang together daima beraber olmak, birbirinden ayrılmamak; birbirini tutmak. hang up geri bırakmak, ertelemek, tehir etmek; ABD kapamak (telefon). be hung up on aklı bir şeye takılmak; bir şeyin delisi olmak; tutturmak .
hangdog(i.), (s.) sinsi adam; (s.) alçak, habis; mahcup, ürkek, korkak.
hanger(i.) askı, askı kancası; çengel; elbise askısı; oto makas köprücüğü; asan kimse, asıcı kimse.
hangeron(i.) tufeyli, çanak yalayıcı kimse, slang beleşçi kimse.
hanging(i), (s.) asma; ipe çekerek idam; (çoğ.) oda duvarlarına asılan kumaş; (s.) asılı, sarkan; askıda kalmış, bir sonuca varılmamış; idama layık; idam cezası vermeye meyilli.
hangout(i.), argo ev, mesken, sık gidilen yer .
hangover(i.), ABD, (k.dili) içkiden meydana gelen baş ağrısı; geçmiş zamandan kalmış olma .
hangup(i.), argo güçlük, engel; özel mesele; meraklısı olunan şey; takınak .
hank(i.) çile, yün veya ipek çilesi; kangal .
hanker(f.), (gen.) after veya for ile arzulamak, özlemini çekmek, hasret çekmek, özlemek. hankering (i.) istek, arzu, özlem.
hankypanky(i.), (k.dili) hilekârlık, sinsilik; ABD, argo zina .
hanse(i.) ortaçağda tüccar loncası .
hansom(i.), hansom cab (han'sım) arabacısı arkada oturan iki tekerlekli ve tek atlı araba .
hanukkah(i.) Musevi dininde aşıklar bayramı .
hapax(Yun). Ancak bir kere görülen
haphazard(s.), (z.), (i.) rasgele, gelişigüzel; (i.) şans, rastlantı.
haploid(s.), (i.), (biyol.) yarı kromozonlu (hücre).
happen(f.) olmak, vaki olmak, meydana gelmek, rast gelmek. happen on rast gelmek, bulmak.
happening(i.) olay, vaka; tiyatro kısmen ve irticalen sahneye konan ve seyircileri şaşırtmak gayesini güden oyun .
happily(z.) mutlulukla, sevinçle; iyi bir tesadüf olarak.
happiness(i.) saadet, mutluluk, bahtiyarlık; uygunluk.
happy(s.) mutlu, mesut, talihli, memnun, bahtiyar, sevinçli; şen, neşeli; uygun, yerinde olan; ABD, argo ...delisi ( msl. girl happy kız delisi. ) happygolucky (s.) kaygısız; bir şeye aldırmaz, neşeli .
harangue(i.), (f.) uzun ve şiddetli konuşma, tirad; (f.) uzun ve şiddetli bir şekilde konuşmak, tirad söylemek .
harass(f.) rahat vermemek; yormak, bizar etmek, tedirgin etmek, taciz etmek; (ask.) aralıksız saldırılarla taciz etmek . harass'ment (i.) taciz, bizar, rahatsızlık.
harbor, (ing.) harbour(i.), (f.) liman; sığınacak yer, sığınak; (f.) barındırmak; misafir etmek; beslemek. harborage (i.) barınacak yer, sığınak, melce .
hard(s.) katı, sert, pek; güç, müşkül, zor, çetin; zalim, merhametsiz, kalpsiz, şefkatsiz; şiddetli, kötü, acı; anlaşılmaz, zor; ağır; çalışkan, faal; inatçı, ters; çirkin, kötü; acı (su); gram. kalın sesli (harf); cimri, pinti, hasis; eksi, ekşimiş, alkol derecesi yüksek, sert (içki). hard and fast rule değişmez kanun, istisna kabul etmez kaide. hard cash, hard money madeni para; nakit para. hard cider alkolleşmiş elma suyu. hard coal (min.) antrasit. hard court te niste beton kort. hard drug morfin gibi bedende alışkanlık yaratan uyuşturucu madde. hard facts ABD, (k.dili) kesin deliller . hard hat (ing.) me!on şapka; kask, miğfer. hard hit büyük zarara uğramış. hard labor ağır iş cezası. hard luck talihsizlik, şanssızlık. hard maple isfendan ağacı, akçaağaç gibi şeker veren bir cins ağaç, (bot.) Acer saccharum. hard of hearing ağır işiten. hard row to hoe çetin iş. hard rubber ebonit. hard sauce ahçı. şeker ve tere yağı ile yapılan tatlı sos. hard sell ABD, (k.dili) ısrarla satış usulü. hard times güç zamanlar, sıkıntılı günler. hard up eli dar, muhtaç. hard water kireçli su. a hard bargain çekişe, çekişe pazarlık. hardly (z.) güçlükle, güçbela; ancak, hemen hemen; az bir ihtimalle. hardness (i.) güçlük, zorluk; sertlik; terslik, aksilik.
hard(z.) zorla, kuvvetle, hızla; sertlikle, güçlükle, müşkülâtla; sıkıca; katı, sert; çok, aşırı; yakın, yanı başında; (den.) alabanda; son hadde kadar. hard by pek yakın, yakında. be hard put to it zor durumda olmak, darlıkta olmak. die hard şiddetle karşı koymak, kolay teslim olmamak. go hard with için zor olmak, için acı olmak .
hardboiled(s.) lop, katı (yumurta); (k.dili) sert; kolay kanmaz.
hardcore(s.), ABD sabit, kararlı, sabit fikirli, colloq. çetin ceviz.
hardearned(s.) güç kazanılmış, alın teriyle kazanılmış.
harden(f.) sertleştirmek, katılaştırmak, pekiştirmek; kuvvetlendirmek; sertleşmek, katılaşmak, pekişmek; kuvvetlenmek; donmak (çimento). hardened (s.), ask. yeraltında ve bombalara karşı takviye edilmiş (üs, roket üssü).
hardener(i.) sertleştiren kimse veya madde; sikatif; çelik tavcısı .
hardfisted(s.) tamahkâr, cimri, eli sıkı; yumruğu kuvvetli .
hardhat(i.), ABD inşaat işçisi; aşırı tutucu kimse.
hardheaded(s.) makul düşünen, hislerine mağlup olmayan .
hardihood(i.) cüret; arsızlık, küstahlık yiğitlik, cesaret;
hardnosed(s.), argo kendi menfaatini düşünen, çıkarcı .
hardpan(i.) sert toprak, killi toprak: işlenmemiş sert toprak; sağlam temel.
hardshell(s.) sert kabuklu; ABD (k,dili) sabit fikirli.
hardship(i.) sıkıntı, darlık, meşakkat; eza, cefa .
hardtop(i.) (oto.) üstü çelik araba .
hardware(i.) madeni eşya, hırdavat; nalbur dükkânı; silâh; kompütör aksamı .
hardwood(i.) (gürgen, meşe, karaağaç gibi) sert tahtalı ağaç; bu ağaçların keresteleri .
hardy(s.) tahammüllü, mukavim, dayanıklı, kuvvetli; cesur, gözüpek, cüretkâr, yiğit; kendine güvenen, atılgan, küstah; kışa dayanıklı, soğuğa dayanıklı (özellikle bitkiler). hardily (z.) yiğitlikle, mertçe. hardiness (i.) dayanıklılık, mukavim oluş.
hare(i.) yabani tavşan, (zool.) Lepus europaeus hare and hounds yola ufak kağıt parçaları saçarak oynanan tavşan-tazı oyunu,
harebell(i.) çançiçeği, yaban sümbülü, (bot.) Campanula rotundifolia .
harelip(i.) yarık dudak, tavşandudağı .
harem(i.) harem, harem dairesi .
haricot(i.) etli yahni; yeşil fasulye. haricot bean kuru fasulye .
hark(f.) ünlem dinlemek, işitmek; ünlem Dinle! Dur! Sus! hark back sadede gelmek; geri çağırmak (tazı) .
harken(f.) eski dinlemek, dikkatini vermek .
harl(i.) keten ipliği, lif .
harlequin(i.), (s.) soytarı, palyaço; (s.) alacalı, çok renkli; dış köşeleri yukarı kıvrık (gözlük). harlequinade' (i.) pandomima, palyaço oyunu; soytarılık .
harm(i.), (f.) zarar, hasar; şer, kötülük; felaket; (f.) zarar vermek, kötülük etmek. out of harm's way emniyette, emin yerde .
harmal(i.) üzerlik, (bot.) Peganum harmala .
harmful(s.) zararlı, fena, ziyan verici. harmfully (z.) zarar verecek şekilde. harm fulness (i.) zararlılık, ziyankarlık .
harmless(s.) zararsız. harmlessly (z.) zararsız bir şekilde. harmlessness (i.) zararsızlık,
harmonic(s.), (i.) uyumlu, ahenkli; harmonik, harmoniye ait; kulağa hoş gelen; (mat.) müzik ahengine benzer oranlara ait; (i.) (müz.) harmonik ses, esas sese katılan ikinci diziden ses. harmonical (s.) harmoniyle ilgili; uyumlu, ahenkli. harmonically (z.) uyumlu olarak; harmonik olarak .
harmonica(i.) armonika, ağız mızıkası; irili ufaklı cam bardaklar veya madeni parçalardan meydana gelen bir çeşit çalgı .
harmonious(s.) ahenkli uyumlu, birbirine uygun; tatlı sesli, hoş sesli; düzenli, muntazam. harmoniously (z.) ahenkli olarak, uyumlu olarak .
harmonist(i.), (müz.) kompozitör; uyum kurallarını bilen kimse .
harmonize(f.) uyum sağlamak, ahenk temin etmek, düzen vermek; (müz.), harmonisini yapmak; uygun gelmek, uymak .
harmony(i.) ahenk, uyum; (müz.), harmoni, seslerin uyması; uygunluk; ahenk ilmi .
harness(i.), (f.) koşum takımı; pilot bağı; (f.) beygirin takımını vurmak, hayvanı koşmak; çalışacak duruma getirmek. harness maker saraç. in harness iş başında .
harp(f.) harp çalmak; harp çalarak ifade etmek. harp on üzerinde durmak, ısrarla yazmak veya söylemek. harper, harpist (i.) harpçı.
harp(i.), (müz.), harp.
harpoon(i.), (f.) büyük balıkları avlamakta kullanılan zıpkın; (f.) zıpkınlamak, zıpkınla öIdürmek. harpooner (i.) zıpkıncı.
harpsichord(i.), (müz.) klavsen gibi eski tip piyano, harpsikord .
harpy(i.) mitolojide yüzü ve vücudu kadına, kanatları ile ayakları kuşa benzer canavarlardan biri. harpy (i.) yırtıcı ve gaddar kimse. harpy (i.), harpy eagle Amerika'da bulunan bir cins kartal, (zool.) Thrasaetus harpyia .
harrier(i.), (zool.) tavşan tazısı; şahin familyasından bir kuş. marsh harrier kırmızı doğan, üsküflü doğan, (zool.) Circus aeruginosus.
harrow(i.), (f.) tapan, kesek kırma makinası; (f.) tırmık çekmek, kesek kırmak; hırpalamak, eziyet etmek; sinirlendirmek. harrowing (s.) üzücü, asap bozucu .
harry(f.) soymak, yağma etmek; rahat vermemek, taciz etmek, bizar etmek .
harsh(s.) sert, acı; kaba, haşin, ters, huysuz, insafsız. harshly (z.) sertçe, huysuzca, kaba bir şekilde. harshness (i.) kabalık, haşinlik, terslik .
hart(i.) erkek karaca .
hartebeest(i.) Güney Afrika'ya mahsus iri bir antilop .
hartshorn(i.) geyik boynuzu; eski, ecza. amonyum karbonatı, nişadırkaymağı . salts of hartshorn eski nışadır. spirits of hartshorn eski amonyak gazı, nışadırruhu .
hartstongue(i.) geyikdili, (bot.) Phyllitis scolopendrium .
harumscarum(s.), (i.) deli, patavatsız; (i.) delidolu kimse .
haruspex(i.) eski Roma ve Etrüsk'te kesilen kurbanın bağırsaklarına bakarak ilâhların arzularını oku- yan kâhin. haruspicy (i.) bu şekilde falcılık .
harvest(i.), (f.) hasat; hasat mevsimi, ekinleri biçme zamanı; ürün, mahsul, rekolte; semere, sonuç, netice; (f.) biçmek, hasat etmek, mahsul devşirmek. harvest home harman sonu; harman sonunda verilen ziyafet. har vest moon sonbahar başındaki dolunay. harvest mouse tarla faresi. harvest tick hasat zamanında türeyen bir çeşit sakırga.
has(bak.) have .
hasbeen(i.), (k.dili) etkisini kaybetmiş olan kimse veya şey, vakti geçmiş kimse veya şey.
hash(i.), (f.) tavada pişirilen kıymalı patates; karmakarışık şey; berbat olmuş şey, bozulmuş şey; argo haşiş; (f.) et kıymak; ABD, (k.dili) bozmak; ABD, argo. garsonluk etmek. hash house ABD, argo. aşevi. hash over (k.dili) tartışmak, müizakere etmek. make a hash of (k.dili) bozmak, iyice karıştırmak. settle one's hash bir kimseyi tamamen susturmak, ağzını tıkamak; bir kimsenin işini bitirmek, ortadan kaldırmak .
hasid(i.) (çoğ. Hasi'dim) gizemci bir Musevi tarikatı üyesi.
haslet, harslet(i.) hayvanların (özellikle domuzun) yürek ve ciğer gibi yenilen iç uzuvları, sakatat.
hasp(i.), (f.) asma kilit köprüsü, kenet; iplik makarası; yün çilesi; (f.) kilit köprüsü geçirip kitlemek.
hassle(i.), ABD, argo tartışma: zorluk, güçlük; mücadele.
hassock(i.) diz veya ayak dayayacak minder, puf; ot öbeği.
hasteski, (bak.) have .
hastate(s.) mızrak başı şeklinde; (bot.), buna benzer üç köşeli (yaprak).
haste(i.) acele, hız, sürat; ivedilik . Haste makes waste. Acele işe şeytan karışır. in haste aceleyle, telâşla; tez olarak make haste acele etmek .
hasten(f.) acele ettirmek; acele etmek; sıkıştırmak, hız vermek, hızlandırmak.
hasty(s.) acele, tez, çabuk, süratli, seri; düşüncesiz; çabuk öfkelenen; aceleci, telâşçı . hasty pudding mahallebi, su veya sütle yapılmış mısır lapası. hastily (z.) aceleyle, telâşla. hastiness (i.) acelecilik, telâş .
hat(i.), (f.) şapka; kardinalin şapkası; kardinallik rütbesi; (f.) şapka giydirmek. pass the hat parsa toplamak, iane istemek. talk through one's hat (k.dili) palavra atmak, bilmediği şeyden bahsetmek. throw one's hat into the ring yarışa girmek (politikada). top hat silindir şapka. under one's hat ABD, (k.dili) gizli, mahrem.
hatch(i.), den., ambar ağzı, ambar kapağı, kaporta; bent kapağı; bölmeli kapının alt kısmı; üstü açık kapı.
hatch(f.), (i.) ince çizgilerle süslemek, ince çizgiler halinde kakma yapmak; (i.) resim ve kakma işlerinde gölge hâsıl eden ince çizgi, tarama.
hatch(f.) kuluçka makinasıyle civciv çıkarmak; yumurtadan çıkmak; (plan) yapmak, (kumpas) kurmak. hatch, hatching (i.) bir defada kuluçkadan çıkan civcivler. hatcher (i.) kuluçka tavuk; kuluçka makinası .
hatchel(i.), (f.) (ed, ing veya led, ling) keten veya kendir tarağı; (f.) keten taramak .
hatchery(i.) balık veya civciv üretmeye mahsus yuva.
hatchet(i.) ufak balta, el baltası. bury the hatchet barışmak .
hatchway(i.), (den.), ambar ağzı, lombar ağzı; buna benzer bodrum kapağı.
hate(f.), (i.) nefret etmek; bir kimseye düşman olmak; nefret duymak; (i.) nefret, kin, düşmanlık.
hateful(s.) nefret edilen, kötü; nefretle dolu, kötü niyetli, hatefully (z.) nefretle. hatefulness (i.) kötü davranış; nefret .
hatred(i.) kin, nefret, düşmanlık .
hatstand(i.), hat tree şapka asmaya mahsus ayaklı askı.
haughty(s.) mağrur, kibirli, kendini beğenmiş. haughtily (z.) gururla, kibirle. haughtiness (i.) kibirlilik, gururlu olma, kendini beğenmişlik .
haul(f.), (i.) çekmek, çekerek taşımak; taşımak; (den.) vira etmek, hisa etmek; yön değiştirmek, dönmek (rüzgâr veya gemi); (i.) çekme, çekiş; bir ağda çıkarılan balıklar; bir seferde kazanılan şey veya miktar, parti; taşıma mesafesi; taşınııan şey. haul off ağır bir yumruk vurmak için kolu geriye atmak. haul over the coals azarlamak haşlamak. haul up çağırıp azarlamak; durmak. a fine haul bir defada ele geçen büyük parti. a long haul uzun taşıma mesafesi; uzun süren zor bir iş.
haulage(i.) çekiş, taşıma; (d.y.) taşıma ücreti.
haunch(i.) kalça; (çoğ.) kıç; koyun etinin but ile bel kısmı; (mim.), kemer koltuğu. haunched (s.) kalçalı.
haunt(f.), (i.) sık sık uğramak (gen hort lak veya ruhların yaptığı gibi); usandırmak, taciz etmek; akıldan çıkmamak; sık sık ziyaret etmek veya daima yanında bulunmak (bilhassa hortlak olarak); (i.) sık sık gidilen yer. haunted (s.) tekin olmayan, perili, hortlakların gezindiği. haunting (s.) zor unutulan, akıldan çıkmayan.
haustellum(i.) (çoğ. -la) bazı böcek ve kabuklu hayvanların emme organı.
havana(i.) Havana; Küba tütününden yapılmış puro .
have(f.) (had, having) kural dışı çekimleri: simdiki zaman 1, you, we, they have (eski thou hast); he, she, it has (eski hath). geçmi zaman had (eski thou hadst). malik olmak, sahip olmak; olmak; saymak; tutmak; almak; elinde tutmak, hâkim olmak; fikir taşımak; elde etmek, ele geçirmek; ettirmek; (k.dili) aldatmak; (k.dili) cinsel ilişkide bulunmak. Yardımcı fiil olarak geçmiş zamanı gösterir. (msl. I go. Giderim. I have gone. Gittim.) have to meli, malı (msl. I go. Giderim. I have to go Gitmeliyim.) have a hand in bir işle ilgisi olmak; bir işin içinde parmağı olmak. have a mind to niyeti olmak have and hold kanunen sahip olmak. have at işe koyulmak. I've been had. Üç kağıda geldim. have done with bitirmek, işi tamamlamak. have had it argo. bıkmak (msl. I've had it: I am go ing to divorce my husband .Artık bıktım; kocamdan boşanacağım.); artık yetmek (msl, He's been cheating me for years, but now he's had it. Senelerdir beni aldatıyordu, ama artık yeter.) have in mind hatırında tutmak, aklında olmak. have it coming hak etmek. have it in for (bir kimseye) kin beslemek, kinci olmak. have it in one kabiliyeti olmak. have it out bir davayı kavga veya münakaşa ederek sonuç landırmak. Have it your own way. Siz bilirsiniz. Nasıl isterseniz öyle olsun. have none of izin vermemek, fırsat vermemek, kabul etmemek. have no use for nefret etmek,^tiksinmek. have on giyinmek. have one's eyes on gözu kalmak. have one's hands full çok meşgul olmak. have something on someone elinde suçlayıcı delil bulunmak. have to do with ilgisi olmak, alakası olmak. have to go (k.dili) sıkısmak. as Plato has it Eflatun'un deyişiyle. He will have it that iddia ediyor ki. I had better go. Gitsem iyi olur. I had him there. O noktada onu mat ettim . I had rather go. Gitmeyi tercih ederdim. I'll have his head veya hide .slang Elime geçirsem derisini yüzeceğim. I was angry at him, so I let him have it. Ona kızdım, onun için yüzüne bir yumruk indirdim veya onun için saldırdım. Let him have it. O alsın. argo Hakkından gelelim. Rumor has it that the government will fall. Söylentiye göre hükümet düşecek. The ayes have it. Lehte oy kullananlar kazandı .The boys had themselves a time. Çocuklar eğlendiler. We had news. Haber aldık.
haven(i.) (f.) Iiman; melce, sığınak; (f.) sığınmak, limana girmek .
haversack(i.) asker çantası; kumanya torbası .
haves(i.), (çoğ.) malik olanlar, mal sahipleri. the haves and the have-nots zenginler ve fakirler, varlıklılar ve yoksullar .
havoc(i.) hasar, tahribat, zarar ziyan . cry havoc savaşlarda askere yağma emri vermek. make havoc of harabeye çevirmek; tahrip etmek; kırıp geçirmek. play havoc with harap etmek, yerle bir etmek.
haw(f.), (bak.) hem .
haw(i.) bazı hayvanlarda üçüncü göz kapağı.
haw(f.), (i.) koşum atını sesle sola döndürmek; (i.) bu hareket için ata verilen emir.
hawfinch(i.) flurcun, (zool.) Cocco thraustes coccothraustes.
hawk(i.) (f.) şahin, doğan, (zool.) Falco; atmaca, (zool.) Accipiter; çaylak; askeri kuvvetle ihtilâfı halletmek isteyen kimse; (f.) atmaca veya şahin ile kuş avlamak; atmaca gibi kuşa saldırmak. hawkish (s.) savaş yanlısı.
hawk(f.) öksürerek gırtlağını temizlemeye çalışmak; balgam çıkarmak.
hawk(i.) alttan saplı sıvacı tahtası.
hawk(f.) sokakta öteberi satmak, seyyar satıcılık yapmak .hawker (i.) seyyar satıcı.
hawkweed(i.) sarı çiçekli bir bitki, (bot.) Hieracium mouseear hawk weed tırnak otu, farekulağı.
hawse(i.), (den.) Ioça deliği; geminin önü, baş taraftan çifte demirli geminin zincir yatağı. hawsehole (i.) Ioça deliği.
hawser(i.), (den.) palamar, yoma, kablo.
hawthorn(i.) alıç, (bot.) Crataegus oxyacantha.
hay(i.), (f.) saman, kuru ot, biçilip kurutulmuş ot; (f.) kurutmak için ot yetiştirmek; otu biçip kurutmak; otla beslemek; ot ekmek .hay fever saman nezlesi. hit the hay ABD, argo. yatmak. It ain't hay. ABD, argo. Az para değil. Make hay while the sun shines. Fırsattan istifade et.
haymaker(i.) tırpancı, harmancı, ot kurutan kimse; argo. nakavt, nakavt eden kuvvetli darbe.
haymow(i.) ahırın üst katında kuru ot saklamaya mahsus yer; burada saklanan saman yığını .
hayrack(i.) ot taşımak için arabaya eklenen kalas; ahırdaki samanlık.
hayrick(i.) açıkta duran ot yığını, tınaz .
hayride(i.) saman arabasıyle yapılan kır gezintisi.
hayseed(i.) saman tohumu; ABD, (k.dili) kaba köylü veya çiftçi.
haywire(i.), (s.) kuru ot balyalarını bağlamakta kullanılan tel; (s.), (k.dili) ayarsız, bozuk; deli, çatlak. go haywire (k.dili.) sapıtmak, delirmek.
hazard(i.), (f.) baht, şans, tehlike, riziko; tenis kortunun servis atılan tarafı; eski bir çeşit zar oyunu; bilardo oyununda bir vuruş; golf oyununda mânia; (f.) tehlikeye atmak, şansa bırakmak; cüret göstermek. hazard a guess tahmin etmek, kafadan atmak. at all hazards bütün tehlikelere rağmen, ne pahasına olursa olsun .
hazardous(s.) tehlikeli, rizikolu; şansa bağlı. hazardously (z.) tehlikeli olarak. hazardousness (i.) tehlike, riziko .
haze(i.) hafif sis, ince duman, pus; belirsizlik, müphemlik, çapraşıklık.
haze(f.), (den.), fazla veya çetin işle yormak; A.B.D., eşek şakası yaparak üzmek (özellikle üniversiteye yeni gelenleri).
hazel(i.), (s.) fındık ağacı, (bot.) Corylus; bu ağacın kerestesi; sarıya çalan kestane rengi; (s.) fmdık ağaca ait; açık kahverengi; elâ (göz). hazelnut (i.) fındık.
hazing(i.) dayak atma; fazla veya zor iş; şaka olarak munasebetsiz işler yaptırma.
hazy(s.) sisli, dumanlı, puslu; anlaşılmaz, müphem, belirsiz, muğlak, çapraşık.
Toplam 375 sonuç listeleniyor