lea(i.), şiir çayırlık, mera, otlak yeri.
3D Oyunlar
Türkiye'nin en güzel ve ilk 3d oyun sitesi - 3doyunlar.net
lea(i.) 120 ile 130 yarda arasında değişen iplik ölçüsü.
leach(f.), (i.) bir sıvıyı bir şeyden süzmek veya filtreden geçirmek; (i.) filtre etme; filtre mahsulü; filtre.
lead(i.), (f.) kurşun; (matb.) satırlar arasını açmak için kullanılan ince kurşun cetvel, anterlin; iskandil; kalem kurşunu, grafit; saçma; (f.) kurşunla doldurmak veya kaplamak; (matb.) satır aralarını anterlin ile açmak; çanak çömleği kurşun sır ile kaplamak; pencere camlarını kurşunla tutturmak; kurşunla tıkamak (tüfek); iskandil etmek. lead acetate kurşun asetat. lead color kurşun rengi, kurşuni. leadfree (s.) kurşunsuz (benzin). lead line (den.) iskandil savlosu. lead pencil kurşunkalem. lead poisoning kurşun zehirlenmesi. lead sulphide (kim.) kurşun sülfürü. black lead kalem kurşunu. heave the lead iskandil etmek. red lead sülüğen tozu. white lead üstübeç.
lead(f.) (led) yol göstermek, rehberlik etmek, götürmek, yedeğinde götürmek; elinden tutup götürmek; idare etmek, başkanlık etmek; başına geçip yol göstermek; başında olmak; tesir etmek, cezbetmek, çekmek; başlatmak; başlamak; gitmek, varmak; başta gelmek; netice vermek. lead a happy life mesut bir hayat sürmek. lead aside bir yana çekmek. lead astray yoldan çıkarmak; bozmak, baştan çıkarmak, ayartmak. lead away alıp götürmek, uzağa götürmek. lead by the nose burnuna kancayı takmak; bir kimseyi istediği şekilde idare etmek. lead in prayer başkalarının düşüncelerini dua sözleri ile belirtmek, bir heyet huzurunda yüksek sesle dua etmek. lead off başlamak, başa geçmek. lead on götürmek, teşvik etmek. lead one a dance kişisel çıkarı için zorluk çıkarmak. lead out dışarı çıkarmak. lead the way rehberlik etmek. lead up to götürmek; bir bahse yol açmak; sonuçlanmak.
lead(i.) rehberlik, kılavuzluk, önde bulunma; önde gelme, ileride bulunma; oyunda başlama hakkı; buzlu sularda gemi için açık yol; kaya çatlakları içinde toplanmış maden cevheri; tiyatroda baş rol veya bu rolü oynayan kimse; (elek.) bağlama teli; (müz.) grupla söylenen şarkıda baş ses; makalenin ilk cümleleri; briç oyununda ilk konan kağıt veya ilk oynayacak olan kimse. have a big lead çok önde olmak, uzun mesafe almış olmak. follow the lead of one birinin ardından gitmek. take the lead başa geçmek; rehber olmak.
leaden(s.) kurşundan, kurşun; kurşun renginde, kurşuni; ağır kurşun gibi; ağırlık veren; kasvetli.
leader(i.) rehber, kılavuz; önder, lider, baş, reis; bando veya koro şefi; orkestrada birinci keman, solo kemancı; en öne koşulmuş at; (İng.) gazetede başmakale; (çoğ.), (matb.) gözü belirli bir yere çekmek için konulan bir sıra nokta. leadership (i.) öncülük, önderlik, liderlik.
leadin(i.), radyo anten iniş teli.
leading(i.), (s.) yol gösterme, rehberlik; ima; (s.) önde olan, yol gösteren, rehber olan. leading article (İng.) başmakale. leading lady piyeste başrolü oynayan kadın. leading man başrolü oynayan erkek. leading question belirli bir cevabı gerektiren soru.
leading(i.) kurşun ile kaplama veya bölme; kurşun çerçeve (pencere için); (matb.) satır aralarının anterlini.
leadswinging(i.), (İng.), argo bir iş yapmaz olma, slang havyar kesme.
leadwort(i.) dişotu, (bot.) Plumbago europaea.
leaf(i.) (çoğ. leaves) (f.) yaprak, varak; tütün veya çay yaprağı; ince madeni varak; açılıp kapanan masanın eğreti tahtası; (f.) yaprak vermek, yapraklanmak. leaf blight yapraklara arız olan hastalık. leaf bud yaprak tomurcuğu. leaf mold yaprak gübresi, yaprak çürüğü. leaf spring (oto.) yaprak yay. leaf stalk yaprak sapı. in leaf yapraklanmış. take a leaf out of a person's book birini taklit etmek. turn over a new leaf hayatını daha iyi bir yola koymak, yeniden başlamak. leaf through kitaba göz gezdirmek. leafiness (i.) çok yapraklı olma. leafy (s.) yaprağı çok, yapraklı.
leaflet(i.) ufak risale, dört sayfalık risale; (bot.) bileşik yaprağın bir kısmı; ufakyaprak, yaprakçık.
league(i.) çeşitli memleketlere göre değişen yaklaşık olarak 5 kilometrelik uzaklık ölçüsü; bir saatlik yol, fersah.
league(i.), (f.) birleşme, ittifak; özel amaçlar için meydana getirilen birlik, cemiyet; spor lig; (f.) birleştirmek, ittifak etmek. League of Nations Milletler Cemiyeti. be in league with müttefiki olmak. Hanseatic League ortaçağlarda Almanya'da birtakım şehirler arasında yapılan ticari birleşme.
leak(i.), (f.) su sızdıran delik veya yara; sızıntı; usulsüzce para harcama; sırrın dışarıya sızması; (elek.) cereyanda sızıntı veya sızıntının yeri; (f.) sızmak; (gen.) out ile dışarı sızmak, ifşa olunmak (sır). leakage (i.) sızıntı, süzülme firesi, sızma. leaky (s.) sızıntılı.
lean(f.) (ed veya leant) (i.), (gen.) on veya against ile dayanmak; eğri durmak, yana yatmak, eğilmek; meyletmek, temayül etmek; istinat etmek, güvenmek; dayamak, yana yatırmak; temayül ettirmek, meylettirmek; (i.), eğilme, dayanma; meyil. lean over back ward tarafsızlığını muhafaza etmek için kendi hakkını bile almamak. Leaning Tower of Pisa Piza Kulesi.
lean(s.), (i.) zayıf, nahif; yağsız, etsiz; mahsulsüz, kıraç; (i.) yağsız et. leanness (i.) zayıflık, yağsızlık.
leaning(i.) temayül, eğilim, meyil, arzu.
leanto(i.) bir binanın duvarına dayayarak yapılmış damı meyilli kulübe.
leap(f.) (ed veya leapt) sıçramak, atlamak, fırlamak, atılmak, hoplamak; üstünden atlamak, atlayıp öte tarafa geçmek; sıçratmak, fırlatmak.
leap(i.) atlama, sıçrayış, fırlayış; atlanılan yer; atlanılan mesafe. leapfrog (i.) birdirbir oyunu. leap year artık yıl dört yılda bir gelen 366 günlük sene. leap in the dark tehlikeli teşebbüs, sonu belirsiz iş. by leaps and bounds çok süratli, büyük hızla.
learn(f.) (ed veya learnt) öğrenmek; işitmek; haber almak. learn by heart ezberden öğrenmek, ezberlemek. learn by rote tekrarlaya tekrarlaya ezberlemek.
learned(s.) alim, çok okumuş, bilgili, malumatlı, bilgisi geniş. learnedly (z.) derin bilgi ile, âlimane. learnedness (i.) bilginlik, bilgi.
learning(i.) ilim, bilgi, malumat; irfan; öğrenme, ilim kazanma.
lease(i.), (f.) kira kontratı; icar, kiralama; (f.) kontrat ile kiralamak. leasehold (i.), (s.) kontratla kiralanmış mal; (s.) kiralanmış. lease holder (i.) kiracı. a new lease on life hastalık veya üzüntüden sonra yeniden hayata başlama.
leash(i.), (f.) tasma kayışı, yular; avcılıkta aynı cins üç hayvandan ibaret takım; (f.) iple bağlamak. hold in leash yularını elden bırakmamak.
least(s.), (z.), (i.) en ufak, en küçük, en az, en cüzi, asgari; (z.) zerre kadar, en az derecede; (i.) en az derece; en az miktar; en önemsiz kimse veya şey. least common denomi nator en küçük ortak payda; ortalama seviye. least common multiple en küçük ortak kat. at least hiç olmazsa; en azından. et the very least en aşağı, en az. not give the least sign en küçük bir işaret vermemek. line of least resistance en kolay yol. not in the least hiç, zerre kadar değil. to say the least en azından, hiç olmazsa. leastways, leastwise (z.), (leh.) en az, hiç olmazsa.
leather(i.), (f.) kösele, tabaklanmış deri, meşin; deriden yapılmış şey; (f.) kösele ile kaplamak; argo kamçı veya kayışla dövmek. leatherback (i.) yumuşak kabuklu iri bir deniz kaplumbağası. leatherette (i.) cilt bezi, pantozot. leatherhead (i.), argo mankafa veya aptal kimse. leathern (s.) deriden yapılmış. leatherneck (i.), argo bahriye askeri. leatherwood (i.) Amerika'ya mahsus beyaz ve yumuşak odunu ile sert lifli kabuğu olan bir ağaç, (bot.) Dirca palustris. cowhide leather kösele. morocco leather sahtiyan. Russian leather Rusya'da yapılan su geçmez ve dayanıklı kösele. sole leather tabanlık kösele, (gön.) leathery (s.) kayış gibi, sert.
leavef., gen. out ile yaprak sürmek, yapraklanmak.
leavef. (Ieft) bırakmak, terketmek; kalkmak; bir yerde bırakmak; vasiyet etmek, miras olarak blrakmak; vaz geçmek; havale etmek, tevdi etmek; yanından çıkmak, hizmetinden ayrılmak; haline bırakmak, kendi haline bırakmak, karışmamak, yalnız bırak mak; h.dili müsaade etmek. leave in the lurch müşkül mevkide bırakmak. Leave it alone. Elleme. Bırak. leave off giymemek; takmamak; vaz geçmek, bırakmak. leave out atlamak, hariç bırakmak. leave over tehir etmek, ertelemek. Leave the house! Defol ! Two from ten leaves eight. Ondan iki çıkarsa sekiz kalır. The train leaves at four o'clock Tren saat dörtte kalkar.
leave(i.) izin, ruhsat, müsaade, mezuniyet: izin müddeti; veda, ayrılma. leave of absence izin, mezuniyet. leavetaking (i.) ayrılma, veda. by your leave müsaadenizle. on leave izinli. take French leave izinsiz savuşmak, özellikle borcunu vermeden sıvışmak. take leave ayrılmak, veda etmek. take leave of one's senses delirmek.
leaveds. yapraklı four-leaved clover uğurlu sayılan dört yapraklı yonca.
leaveni., f. maya, hamur; maya gibi işleyen tesir; f. mayalandırmak, maya ile kabartmak; maya gibi tesir etmek; bozmak. leaven the lump bütün hamuru mayalamak; hepsine tesir etmek.
lebanoni. Lübnan Cumhuriyeti; Lübnan dağları. Lebanese i., s. Lübnanlı.
lechf., i. şehvetli olmak; i. sekse düşkün adam; şehvet.
lecheri. aşın derecede sekse düşkün adam,zampara,sefih adam. lecherous s. şehvete düşkün, nefsine tabi, zampara. lecherously z. nefsine uyarak, zamparaca. lecherousness, lechery i. zamparalık, şehvet düşkünlüğü.
lecterni. kilise kürsüsü; toplantıda konuşmacının önündeki kürsü.
lectionaryi. bazı kiliselerde ayinlerde okunmak üzere ayrılmış parçaları kapsayan kitap.
lecturei., f. konferans, belirli bir konu üzerine konuşma; umumi ders; tekdir, paylama, azarlama; f. konferans vermek; ders vermek: tekdir etmek azarlamak. lecturer i. konferans veren kimse; okutman. lecture ship i. okutmanlık.
ledf., bak. lead led horse yedek at, yedekte götürülen at.
ledgei. raf gibi düz çıkıntı; çıkıntılı kaya tabakası.
ledgeri. ana hesap defteri, hesap defterinin en büyüğü, defteri kebir; mezarın kapak taşı. ledger bait bir yere bağlanan olta yemi. ledger line müz. yardımcı çizgi; kurşunu suyun dibine oturan olta sicimi.
leei., s. muhafazalı taraf; rüzgardan korunacak yer; den. rüzgar altı, boca; s. rüzgar altı tarafına ait. lee anchor rüzgar altı tarafına atılan demir. lee shore rüzgar altındaki kıyı. lee tide rüzgârla beraber mey- dana gelen kabarma. under the lee of the shore kıyının rüzgârı altında.
leechi.,den. dört köşe yelkenin gradin yakası veya astarı.
leechi. sülük, zool. Hirudo medicinalis; eski doktor, hekim; tıb. hacamat, şişe veya boynuzla kan alma; çanak yalayıcı kimse, anaforcu kimse, dalkavuk. stick like a leech sülük gibi yapışmak.
leeki. pırasa, bot. Allium porrum.
leerf., i. yan bakmak, yan gözle bakmak; i. yan bakış; öfke veya şehvet bakışı.
leerys., k.dili kuşkulu; açıkgöz; kurnaz; çok bilmiş.
leesi., çoğ. tortu, posa. drink to she lees son damlasına kadar içmek.
leewards., z., i., den. rüzgâr altı tarafına ait veya buna doğru; i. rüzgar altı tarafı veya yönü.
leewayi. rahatça kımıldanacak yer, bol yer; den. geminin yolundan rüzgar altına düşmesi. have leeway faaliyet sahası olmak.
lefts., i. sol, solda, sola ait; i. sol taraf; sol kanat. be in left field yedeğe alınmak. left hand sol taraf. left wing pol sol kanat.
leftbak. leave: s. kalan.
lefthandeds. solak; sağdan sola; acemice, acemi; salak; sinsi, entrikacı; ikiyuzlü; asil olmayan bir kadınla evlenmiş bir prensin evliliğine ait.lefthanded com- pliment acemice veya samimi olmayan iltifat. lefthandedness i. solak olma; gizli anlamı olma.
leftisti., pol. solcu, sol tarafı destekleyen kimse.
leftoveri., s. artan yemek; s. artan, artık.
leftyi., k.dili solcu veya solak kimse.
legi., s. bacak; bacak vazifesi gören şey; ayak, mobilya ayağı; pergel ayağı; den. geminin bir rota üzerinde seyrettiği yol; pantolon bacağı; briç veya spor karşılaşmalarında kazanılan ilk oyun. leg of mutton koyun budu. legofmutton sail üç köşeli bir yelken. give no leg to stand on tutunacak bir dal bırakmamak. keep one's legs ayakta durmak, düşmemek. on one's last legs ölüm halinde, ölmek üzere; çok bitkin halde. pull one's leg birini aldatmak, birine takılmak. shake a leg acele etmek. stretch one's legs yürüme egzersizi yapmak, gezmeye gitmek.
legf. (-ged, -ging) gen. it ile, k.dili yürümek, koşmak.
legkıs. legal, legato, legislature.
legals. meşru, kanuni, kanuna uygun, kanuna göre, kanuna dayanan; hukuki; avukatlık mesleğine ait. legal cap avukatların kullandıkları uzun ve beyaz yazı kâğıdı. legal error adli hata. legal history hukuk tarihi. legal holidayA.B.D resmi tatil günü. legal science hukuk ilmi. legal separation evli bir çiftin ayrı yaşaması. legal tender bir borcun ödenmesi için alacaklının almaya mecbur olduğu para. legally z. kanunen, hukuken.
legalismi. kanunlara aşırı riayet, kanunlan sayma; dinin ruhundan ziyade şeriat kaidelerine aşırı riayet. legalist i. kanunlara aşırı derecede riayet eden kimse. legalis'tic s. kanuna tıpatıp riayet eden.
legalityi. kanunşinaslık, kanuna uygunluk, kanunilik, meşruiyet.
legalizef. meşru kılmak, kanuniyet vermek, kanuna uygun kılmak. legaliza'tion i. tasdik, kanuni kılma.
legatei. elçi, sefir; Papa elçisi. legateship i. elçilik, sefirlik.
legateei. kendisine vasiyet edilen kimse.
legationi. temsilcilik, mümessillik; elçilik heyeti (ikinci derecede); mümessillik dairesi (ikinci derecede).
legatos., müz. bağlı, legato (bir müzik parçasındaki notaların ara vermeden birbirine bağlanarak okunması gerektiğini anlatan deyim).
legendi. masal, hikaye, menkıbe; azizlerin hayatına dair hikaye; sikke veya harita ve resim üzerindeki yazı. legendary s. masal türünden, rivayet kabilinden.
legerdemaini. el çabukluğu, el marifeti, gözbağcılık, hokkabazlık.
leggedsonek ayaklı, bacaklı: bandy-legged paytak; long-legged uzun bacaklı; one-legged tek bacaklı.
legibles. okunur, açık, sökülür, okunaklı. legibil'ity, leg'ibleness i. okunaklılık, açıklık. legibly z. okunaklı olarak.
legioni. 4200'den 6000'e kadar erden meydana gelen eski Roma tümeni, alay, fırka; ordu; kalabalık. legion of angels melekler alayı. Legion of Honor Birinci Napolyon devrinde verilmeye başlanan şeref nişanı. foreign legion özellikle Fransız ordusunda yabancılardan meydana gelen gönüllü alayı.
legionarys., i. alaylardan ibaret, alaylardan meydana gelmiş; alaya mensup; i. bir alaya mensup er.
legislatef. kanun yapmak, kanun hükmüne koymak; bir kanunu meclise tasdik ettirerek çıkarmak.
legislatives. kanun koyan, yasamalı. legislative immunity milletvekilliği dokunulmazlığı. legislative power yasama gücü, yasama erki. legislatively z. kanun vasıtası ile.
legislatori. kanun yapan kimse; millet meclisi üyesi.
legisti. kanunşinas, hukukşinas
legitimatef. meşru kılmak, kanuna uygun kılmak; nesebini tasdik etmek, tasdik etmek. legitima'tion i. meşru kılma.
legitimates. meşru, kanuna göre, kanuna uygun, kanuni; meşru olarak doğmuş; mantıki, düşünceye uygun, elverişli. legitimate child meşru çocuk. legitimate stage oyuncuların ve seyircilerin bir arada bulundukları canlı tiyatro. legitimacy, legitimateness i. kanuna uygunluk, meşruiyet, mantıklılık. legitimately z. kanuni surette, meşru olarak. legitimatize f. meşru kılmak.
legitimisti. kanuni yetkiyi onaylayan kimse; özellikle Fransa'da Bourbon krallığı taraftarı; İspanya,da Don Carlos partisi taraftarı.
legumei. baklagiller familyasından bitkinin tanesi veya tohumu, baklagiller familyasından bitki; baklanın dış kabuğu veya zarfı ile içinde bulunan tohum; baklamsı meyva.
leguminouss. baklagiller familyasına ait; baklagillerden ibaret.
leii. Hawaii'de takılan ve çiçek ile tüylerden yapılmış kolye.
leisurei., s. boş vakit; işsizlik, serbestlik, fırsat; s. serbest, boş. at leisure serbest, boş vakti olan; acelesiz. at one's leisure vakti olduğu zaman. leisured s. boş vakti olan, işsiz, atıl. the leisured class çalışmayan sınıf, aristokrat sınıfı.
leisurelys., z. acelesiz iş yapan; acelesiz yapılan; z. yavaş yavaş, sükünetle, acele etmeden.leisureliness i. ace- lesiz hal, acelesizlik.
leitmotiv, -tif i., müz. bir opera veya müzik parçasında zaman zaman tekrarlanan nağme, kılavuz motif, ana motif.
lemmai. (Yu., çoğ. lemmata) man. yardımcı önerme; bir şiir veya yazı önsözü.
lemmingi. kuzey memleketlerine özgü bir çeşit iri kır faresi, yaban sıçanı, zool. Lemmus lemmus.
lemnianeartheskiden ilâç olarak kullanılan sarımtırak kurşuni renkte bir çeşit toprak.
lemnosi. Ege denizinde Limni adası.
lemoni. limon; limon ağacı, bot. Citrus limon; argo değersiz kimse veya şey. lemon balm oğulotu, bot Melissa offi cinalis lemon drop limon şekeri. lemon peel limon kabuğu. lemon pudding limonlu puding. lemon squash İng. limonata. lemon verbena limon otu, bot. Lippia citriodora. lemon yellow limoni renk, açık sarı. sweet lemon tatlı limon, bot. Citrus pergamia. lemonade i. limonata. lemony s. limon gibi, limoni.
lemuri. Madagaskar'da bulunan ve maymuna benzer bir hayvan.
lendf. (lent) ödünç vermek, eğreti olarak vermek; vermek, faizle vermek. lend a hand yardım etmek. lend an ear kulak vermek, dinlemek. lendlease i., f. ödünç verme veya kiralama sistemi; f. bu usule göre vermek. lend itself veya oneself to yardım etmek; uygun gelmek.
lengthi. uzunluk, boy; müddet, mesafe, süre; gram. bir sesli harfin uzatılması veya uzunluğu. length of days uzun ömür. at great length tafsilâtıyle, ayrıntılarıyle. at length uzun uzadıya; en nihayet. at full length tafsilatıyle; boylu boyunca. cable's length den. gomene boyu, yüz kulaç. go to all lengths, go to any length her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak. keep one at arm's length birini pek yaklaştırmamak, samimi olmasına müsaade etmemek. race won by a length bir at veya kayık boyu ile kazanılan yarış.
lengthys. uzun, fazlasıyle uzun. lengthily z. uzun uzadıya. lengthiness fazla uzunluk.
lenients. yumuşaklık verici; yumuşak huylu, nazik, şefkatli. lenience, leniency i. yumuşaklık. leniently z. yumuşaklıkla.
lenitives., i. yumuşatıcı, sükunet verici, yatıştırıcı; i. sükunet verici ilâç, hafif müshil.
lenityi. yumuşaklık, yumuşak huyluluk, şefkat.
lensi. adese, mercek; göz merceği. achromatic lens renksiz mercek. crystalline lens göz merceği. telescopic lens dürbün gibi fotoğraf makinası objektifi. wideangle lens geniş açılı mercek, geniş bir alanın resmini yakın bir mesafeden çekmek için kullanılan mercek.
lenti. paskalyadan evvel gelen büyük perhiz; uzunca perhiz süresi.
lentens. büyük perhiz vaktine mahsus. lenten fare perhiz yemeği, etsiz yemek. lenten pie etsiz bir çeşit börek.
lenticulars. mercimek şeklinde; iki yüzü dışbükey mercek şeklinde; merceğe ait. lenticularly z. mercek gibi eğri olarak.
lentili. mercimek, bot. Lens culinaris. water lentil su mercimeği, bot. Lemna minor.
lentos., z., müz yavaş, ağır çalınacak.
leoi., astr. Aslan burcu, Aslan takım yıldızı; birçok papanın adı.
leonidi., astr. Aslan burcundan yayılır gibi görünen meteor.
leonines. aslan gibi, aslana ait, aslana özgü; cesur, aslan yürekli.
leopardi. pars, panter, zool. Panthera pardus. American leopard Amerika'ya mahsus bir çeşit panter, jaguar. black leopard siyah derili pars. hunting leopard avda kullanılan parsa benzer hayvan, zool. Acinonyx jubatus (cheetah ile aynı). snow leopard tekir, zool. Leopardus uncia. Can the leopard change his spots? Huy değişir mi? leopardess i. dişi panter.
leotardi., gen. çoğ. dansöz ve akrobatlann giydiği vücuda oturan esnek bir giysi.
lepantoi. Yunanistan'da İnebaht şehri ve limanı.
leperi. cüzamlı kimse, miskin kimse.
lepidopterai. pulkanatlılar familyası. lepidopterous s. bu familya ile ilgili.
leporines. tavşan cinsinden; tavşana ait.
leprechauni. İrlanda hikayelerinde adı geçen büyük hazineye sahip ve kısa boylu ayakkabıcı cin.
leprouss. cüzamlı, cüzam gibi, cüzama ait.
lesbian, Lesbian i., s. homoseksüel kadın, sevici; s. sevicilige ait. lesbian love, lesbianism i. sevicilik.
lesbosi. Midilli'nin eski ismi. Lesbian s. Midilli'ye ait; Midillili.
lese majestylesemajeste Fr., huk. hükümdara karşı yapılan kusur veya suç; hıyanet.
lesioni., tıb. bir organ veya dokunun yapısındaki anormal veya zararlı değişiklik; yara, bere.
lesss., z., i., edat daha küçük, daha az; z. aşağı bir derecede, bir derece aşağı;i. eksik bir miktar, daha az bir şey; daha küçük kimse veya şey; edat eksi.
lesseei., huk. kiracı, kira ile tutan kimse.
lessenf. küçültmek, ufaltmak, eksiltmek, azaltmak; küçülmek, azalmak.
lessers. daha küçük, daha az, iki kimse veya şeyin küçüğü.
lessoni. ders; paylama, azar; ibret.
lessori., huk. kiraya veren kimse.
lestbağlaç olmasın diye, etmesin diye; korkusu ile, belki, olmaya ki.
letf. (let, letting) izin vermek, müsaade etmek; by, through, in ile geçmesine, gitmesine veya gelmesine müsaade etmek; kontrata bağlamak; yardımcı fiil olarak --eyim, -elim, -sin, -sinler (birinci veya üçüncü şahıs emir kipi); kiraya vermek. let alone, let be karışmamak, haline bırakmak. Honesty, let alone honor, was not in him. Şeref şöyle dursun, onda doğruluk namına bir şey yoktu. Let be. Öyle kalsın. Dokunma. Bozma. let blood kan akıtmak, hacamat etmek. let down indirmek; boşa çıkarmak, hayal kırıklığına uğratmak. let down one's hair samimi davranmak (hanımlar). let fall düşürmek. let fly salıverip uçurmak; top veya tüfek atmak. let go bırakmak, koyuvermek; serbest bırakmak. let him down gently yavaş yavaş alıştırarak hayal kırıklığına uğratmak. let in kapıyı açıp içeriye almak. let loose serbest bırakmak (köpek veya deli). let off cezasını affetmek, cezasını hafifletmek, işten çıkarmak; dışarı vermek. let on sırrı başkasına söylemek, sırrı ifşa etmek. let oneself go duygularına serbestçe yol vermek; çekinmeden konuşmak veya gülmek,taşkınlık yapmak. let oneself in anahtar ile kapıyı açıp içeriye girmek. let out dışarıya bırakmak, koyvermek, kaçmasına müsaade etmek; gevşetmek, genişletmek. let slide vazgeçmek, haline bırakmak. let slip kaçırmak, elinden kaçırmak. let the cat out of the bag sırrı meydana çıkarmak. let up yumuşamak, sertliğini kaybetmek. let well enough alone olanla yetinmek. Let x equal 2y. X'in 2y'a eşit oldugunu farze- delim. to let kiralık.
letsonek -cik, küçültme ifade eder: kinglet kralcık.
leti., eski mania, engel; tenis oyuna başlarken topun hafifçe ağa dokunarak geçmesi, let. without let or hindrance hiç bir engelle karşılaşmadan.
letdowni. hayal kırıklığı; azalma; kuvvet veya enerjinin azalması.
lethal(li'thıl) s. öldürücü, ölüme ait. lethality i. öldürücülük.
lethargyi. atalet, uyuşukluk; tıb. letarji lethar'gic(al) s. uyuşuk. lethar'gically z. uyuşuk şekilde.
lethei., Yu. mit. ölüler diyarında bulunan ve suyundan içenlere her şeyi unutturan bir nehir; unutkanlık. Lethe'an s. unutkanlık veren.
letouti., İng. kurtulma çaresi.
letti. Letonyalı. Lettish s., i. Letonya'ya veya ahalisine ait; i Letonya dili.
letteri., f. harf; mektup, tezkere; çoğ. ilim, edebiyat, bilgi; matbaa harfi, harf çeşidi;harfi harfine anlamı; spor takım üyelerine verilen şeref arması; f. kitap harfiyle yazmak; plan veya haritaya yazı yazmak. letter book eski mektup kopya defteri. letter box mektup kutusu.letter carrier İng. postacı. letter file mektup dosyası. letter of credit akreditif, itibar mektubu. letter of marque savaş zamanında korsan gibi düşman gemilerini avlama yetkisi. letter of recall bir elçiye memleketine dönmesini emreden resmi mektup. letter writer para ile mektup yazan kimse. letters patent berat, imtiyazname, ruhsat, patent. cepital letter büyük harf, majuskül. dead letter hükmü kalmamış kanun; sahibi bulunmayan mektup. man of letters muellif; ilim adamı. night letter gece tarifesine göre gönderilen telgraf. silent letter yazılıp telaffuz olunmayan harf. small letter küçük harf. to the letter harfi harfine.
lettereds. tahsil görmüş, okumuş, münevver, edip; harflerle işaret olunmuş.
letteringi. harflerle işaret etme; tabela üzerine yazılan harfler.
letterpressi. tipo baskısı; linotip; bir kitabın yazılı kısmı (resimler hariç).
lettucei. salata, bot. Lactuca sativa. cos lettuce, romaine lettuce marul, bot. Lactuca sativa longifolia. head lettuce, top salata. wild lettuce yaban marulu, bot. Lactuca virosa.
letupi. azalma; sakinleşme; ara.
leucoönek renksiz, beyaz.
leucocytei., anat. kandaki beyaz kürecik, akyuvar, lökosit.
leucoma, leukoma i., tıb. gözün kornea tabakasında meydana gelen beyaz leke.
leukemiai., tıb. lösemi, kan kanseri. leuko bak. leuco-.
levanti. Akdeniz'in doğu sahili ve bu sahildeki memleketler; kitap ciltlemeye mahsus özel meşin. levanter i. Akdeniz'de esen doğu rüzgarı.
levantines., i. Yakın Doğu'ya ait; Yakın Doğu'da ticaret yapan; i Yakın Doğulu kimse, bilhassa anası veya babası Avrupalı olan kimse, Levanten; bir çeşit ipekli kalın kumaş.
levatori., anat. bir uzvu yukarı kaldıran kas, levator kas.
leveei., A.B.D nehir kenannda su taşmasına engel olacak set; set gibi yüksek nehir kenarı; rıhtım.
leveei. büyük şahsiyetlerin sabahleyin misafir kabul etmeleri; İng. yalnız erkeklerin hazır bulunduğu saray kabul merasimi; A.B.D bilhassa cumhurbaşkanının umumi kabul resmi.
leveli., s., f., (-ed, -ing veya -led, -ling) düzlük, düz yer; mim, taban terazisi; tesviye aleti; yatay hat, yüzey; irtifa sathı; seviye, derece; s. düz, düzlem, yatay, ufki; bir seviyede, bir hizada, müsavi; aynı irtifada; k.dili ölçülü, dengeli, muvazeneli, muntazam; f. düzeltmek, tesviye etmek, düz etmek, düz yüzey haline getirmek; tahrip etmek; bir seviyeye kaldırmak veya indirmek; nişan almak için doğrultmak (tüfek); aynı seviyeye getirmek; yol veya bayırın nispi irtifalarını aletlerle ölçmek; argo doğruyu söylemek. level crossing bir yolun demiryolundan aynı seviyede geçmesi. dead level dümdüz yüzey; aynılık, müsavi derece. I'll do my level best. Elimden geleni yaparım. on a level with aynı yüzeyde, aynı seviyede, bir yükseklikte. level off hav. kalktıktan sonra yatay olarak uçmak. pump level şakul. spirit level tesviye ruhu, tesviye aleti.
leveler, İng. leveller i. tesviye eden kimse veya alet; toplumsal smıf farklarını ortadan kaldırmak isteyen adam.
levelheadeds. sağgörülü, mantıklı, dengeli; anlayışlı, iyi düşünüşlü.
leveri., f. manivela, manivela kolu; fazla gayret sarfına vasıta olan şey; f. manive!a ile kaldırmak veya hareket ettirmek veya etmek.
leveragei. manivela kudreti; slang piston.
levereti. tavşan yavrusu, birkaç,,aylık tavşan.
leviathani. Tevratta adı geçen büyük bir su canavarı; ada balığı gibi çok büyük hayvan; iri balina veya gemi gibi büyük şey.
levigatef., s. düz etmek; bir maddeyi nemli iken ezip toz haline getirmek; birbirine iyice karıştırmak; cilâlamak; s. düz, cilalı. leviga'tion i. düzleme.
leviratei., s. İbranilerde ölmüş adamın karısı ile ölünün kardeşinin veya en yakın akrabasının evlenme mecburi yeti; s. bu âdete ait.
levitatef. hafif olmaktan dolayı havaya kalkmak, havada durmak; ispritizma kuvveti ile veya rüyada havaya yükselmek; havaya yükseltmek. levita'tion i. havaya yükselme olayı.
levitei. Levi kabilesinden biri, bilhassa Tevratta Musevi tapınağı kâhinlerinin yardımcısı.
levityi. hafiflik; hafifmeşreplik, hoppalık; münasebetsiz şakacılık; sebatsızlık, düşüncesizlik.
levyi., f. mecburi olarak toplama (asker veya para); bu suretle toplanan asker veya para; f. zorla toplamak; huk. haczetmek. levy war on (birine karşı) harp açmak.
lewds. şehvet düşkünü, iffetsiz, uçarı. lewdly z. uçarıca lewdness i. uçarılık.
lewisitei., ask. ciltte kabarcıklar meydana getiren zehirli bir sıvı.
lexi. (çoğ. leges) Lat kanun, kaide, usul. lex scripta yazılı hukuk, mevzu hukuk. lex talionis kısas usulü, misli ile mukabele usulü.
lexicals. bir dilin kelimelerine ait; sözlüğe ait.
lexicographyi. sözlüğün tertiplenmesi, lexicographer i. sözlüğü dü- zenleyen kimse, lügatçi. lexicographic(al) (leksıkograf'ik, ikıl) s. sözlüğe ait.
lexicologyi. leksikoloji, kelimelerin anlam ve kullanışlarından bahseden ilim.
leyden jariçi ve dışı metalle kaplanmış olup elektrik toplanması için kullanılan cam kavanoz.
Toplam 198 sonuç listeleniyor