suables., huk. aleyhinde dava açılabilir. suabil'ity i. aleyhinde dava açma imkânı.
3D Oyunlar
Türkiye'nin en güzel ve ilk 3d oyun sitesi - 3doyunlar.net
suasioni. (eski) ikna etme, gönlünü yapma, razı etme.
suaves. hoş tavırlı, tatlı dilli. suave'ly z. tatlı dille. suav'ity i. tatlı dillilik.
subi., k.dili. sub ile başlayan bazı kelimelerin kısası: subaltern, submarine subordinate, subscription, substitute gibi.
sub-(önek) as ast; alt, aşağı; ikincil; yan; hemen hemen.
subagenti. acente yardımcısı; ikinci mümessil.
subalpines. Alp dağları eteklerindeki; bot. orta yükseklikteki dağlarda yetişen.
subalterns., i. ast, alt; i., ing., ask. astsubay; ast.
subalternates. birbiri arkasından gelen, ardıl, ardışık. subalterna'tion i. birbiri arkasından gelme.
subaqueouss. su altında bulunan; su altında oluşan; su altında kullanılan .
subarctics. yarı arktik, kutup dairesine oldukça yakın.
subauditioni. ifade olunmayan şeyi anlama veya anlatma; ima yoluyla anlaşılan veya anlatılan şey.
subcelestials., i. göklerin altında, dünyasal; i. dünyada yaşayan yaratık.
subclavians., i., anat. köprücük altındaki; köprücük sinirine ait; i. köprücük sinir veya damarı.
subconseiouss., i. bilinçaltında olan, şuur altındaki; i. bilinçaltı. subeonseiously z. şuur altında; bilinçsizce, şuursuzca, kendinden geçerek. subeonseiousness i. bilinçaltı.
subcontinenti. bir kıtanın parçası olmakla beraber coğrafi bağımsızlığı olan bölge. the Subeontinent Hindistan.
subcontraeti., f. alt sözleşme, yan mukavele; f. yan mukavele yapmak. subeontraetor i. taşeron, ikinci üstenci.
subculturei., biyol. bir başka besi yerinden nakledilmiş kültür; sosyol toplum içinde davranışlarıyla farklı bir unsur meydana getiren grup.
subdividef. tekrar bölmek; parsellemek. subdivision i. parsellenmiş arazi; alt bölüm.
subdominanti., müz. ana notanın üstündeki dördüncü veya altındaki beşinci nota.
subduef. zorla itaat ettirmek, boyun eğdirmek; baskı altında tutmak; hafifletmek, yumuşatmak; toprağı tarıma elverişli kılmak. subdu'al i. boyun eğme, razı olma.
subgenusi. (çoğ. genera) biyol. altcins.
subgroupi. bir grubun bölümü, ikinci derecede grup; biyol. alttakım.
subheadi. ikinci derecede yazı başlığı; bölüm başlığı; ikinci müdür.
subhumans. insandan aşağı, insanlık aşamasına ulaşamayan.
subindexi. (çoğ., -diees) mat. satır altına yazılan rakam.
subirrigatef. yeraltı borularıyla sulamak. subirriga'tion i. toprağın altını sulama.
subitoz., müz. birden, derhal, ani; çabuk.
subj.kıs. subjeet, subjeetively, subjunetive.
subjectf. hükmü altına almak, itaat ettirmek, boyun eğdirmek, arz etmek, sunmak. subject to maruz kılmak, tesiri altında bırakmak; mahkum etmek mecbur tutmak; tabi kılmak.
subjecti. uyruk, tebaa; kul, bende; maruz olan kimse, hedef; denek; konu; ders, ders konusu; neden; dürtü; gram. özne; müz. esas perde esas makam; fels. özne. subject matter konu, mevzu.
subjects. buyruk altındaki. subject to idaresi altında, tasarrufunda; bağlı, tabi; maruz, tesiri altında.
subjectioni. hüküm altına alma; tabi olma, itaat, boyun eğme.
subjectives. öznel; zati kişisel, şahsi; dahili; hayali; gram. nominatif, öznel, subjectively z. öznel olarak. subjectiveness, subjectiv'ity i. öznellik.
subjoinf. ilave etmek, eklemek. subjoinder i. ilave, ek.
subjugatef. boyun eğdirmek, tabi kılmak, itaat ettirmek; zapt etmek, fethetmek; maruz bırakmak. subjuga'tion i. boyun eğdirme.
subleasei. kiracının bir başkasını kiracı olarak alması; kiracının malın bir kısmım kiraya vermesi.
subleasef. kiracının kiracısı olmak; kiraya vermek (asıl kiracı tarafından).
subletf. (-let, -ting) başkasına kiraya vermek (asıl kiracı tarafından); devretmek.
sublimates. i. arınmış, tasfiye edilmiş; yükseltilmiş; yüceltilmiş; i., kim. süblime, aksülümen. corrosive sublimate süblime, biklorit.
sublimatef., kim. sublimleşmek, sublimleştirmek; arıtmak, tasfiye etmek; psik. bilinçaltına itilmiş yasak güdüleri toplumca kabul edilir şekle yöneltmek, yüceltmek . sublima'tion i. süblimleşme; arıtma; yüceltme, yükseltme.
sublimes. yüce, ulu, asil; heybetli; son derece güzel, âlâ. Sublime Porte Babıâli. sublimely z. sonderece; asilâne.
sublimef. yükseltmek, yüceltmek, ulvileştirmek; kim. süblimleşmek, sublimleştirmek; arıtmak, arınmak.
sublinguals., anat. dil altında olan. sublingual gland dilaltı bezi.
sublittorals. sahile yakın; inme çizgisi ile 40 metre derinlik arasındaki sulara ait.
submarginals. sınır veya kenar çizgisi altındaki işlenmeye değmez (toprak); biyol. sınır veya kenara yakın.
submarines., i. denizaltı; denizaltında yetişen; i. denizalı (gemi). submarine chaser denizaltı avcı botu. submarine mine denizaltı mayını.
submaxillai. (çoğ., -lae) anat., zool. alt çene veya alt çene kemiği.
submaxillarys. alt çeneye veya alt çene kemiğine ait; alt çenedeki tükürük bezlerine ait.
submergef. batırmak, daldırmak; su ile kaplamak; örtmek; batmak. submergence i. batma, dalma, su altında kalma.
submersef. suya batırmak; su ile kaplamak. submersible s. su altında kalabilir. submersion i. su altında bırakma, batırma, batma.
submissioni. teslim olma, boyun eğme, itaat; tevazu, alçak gönüllülük, uysallık; sunuş.
submissives. itaatkar uysal, boyun eğen. submissively z. boyun eğerek, uysallıkla. submissiveness i. boyun eğme, itaat etme.
submitf. (-ted, -ting) teslim etmek, iradesine bırakmak; reyine veya onamasına sunmak; arz etmek ileri sürmek, teklif etmek, söylemek, beyan etmek; teslim olmak, boyun eğmek; itaat etmek. submittal i. teslim olma, boyun eğme; sunuş.
subnormals., i. normalden aşağı; i. zekâsı normalin altındaki kimse.
suborbitals. dünya çevresinde tam bir devir yapmayan (uydu, roket); anat. göz çukuru altındaki.
subordinates., i. aşağı alt, küçük, ikincil; tabi; gram. bağlı; i. ast; ikinci derecede memur. subordinate clause gram. bağımlı cümlecik.
subordinatef. ikinci dereceye koymak; birinin emri altına koymak; tabi kılmak. subordina'tion i. ikinci derecede veya planda olma; itaat, boyun eğme.
subornf. aklını çelmek, kışkırtmak, ifsat etmek, ayartmak; huk. yalan yere yemin etmeye teşvik etmek. subornation i. yalancı tanıklığa teşvik.
suboxidei., kim. içinde en az miktarda oksijen bulunan bir elemanın oksidi.
subploti. piyes veya romanda ikinci derecedeki olaylar zinciri.
subreptioni. kasıtlı yanıltıcı ifade; huk. hakikati gizleyerek bir ayrıcalık veya mülk elde etme.
subrogatef. başkasının (bilhassa alacaklının) yerine geçirmek. subroga'tion i. bir kimsenin yerine geçirme veya geçme; huk. alacaklıya olan borcu ödeyerek borçlunun alacaklısı yerine geçme, halefiyet.
subrosaLat. el altından, gizli olarak, mahrem olarak.
subscribef. bir yazının altına yazmak, imzalamak, altına ismini yazmak; imzalayarak onaylamak; teberru etmek; taahhüt etmek; abone olmak. subscribe to abone olmak; imzalayarak onaylamak.
subscripti. satırın altına yazılmış harf veya rakam.
subscriptioni. imza, imza etme; kabul etme; abone; abone ücreti; iştirak taahhüdü. take up a subscription yardım parası toplamak.
subsequents. sonra gelen, sonraki; sonuç olarak izleyen. subsequently z. sonradan.
subservef. yaramak, işe yaramak, hizmet etmek; ilerlemesinde yardımcı olmak.
subservients. boyun eğen, köle gibi itaat veya hizmet eden. subserviently z. boyun eğerek.
subsidef. sakinleşmek, yatışmak; çökelmek; inmek; dibe çökmek, çökmek.
subsidiarys., i. yardımcı; ek; bağlı, tabi (şirket); i. yardımcı, muavin; şube, bayi, tabi şirket; müz. ikinci tema. subsidiary company tabi şirket, yan kuruluş.
subsidyi. kamu yararına olan bir teşebbüse hükümetçe verilen para yardımı; ing. tar. Parlamento tarafından krala verilen tahsisat; iane, para yardımı.
subsistf. geçinmek; mevcut olmak, var olmak; yaşamak. subsist in kapsamak, ibaret olmak.
subsistencei. geçinme; geçinecek şey, nafaka; varlık, vücut, mevcudiyet. subsistent s. var olan, mevcut.
subsolars. güneşin tam altındaki; tropikal; dünyasal.
subsonics. işitilemeyecek kadar az titreşimli ses dalgalarına ait; ses hızından daha az süratle giden.
substancei. madde, özdek, cisim; töz, cevher; esas; hulâsa, öz; kuvvet, sağlamlık; servet, varlık, zenginlik. in substance esasında; özet olarak.
substantials., i. metin, dayanıklı; değerli, kıymetli; önemli, ehemmiyetli; zengin, varlıklı; özlü, cisimsel; hakiki; i. gerçek. substantially z. esasen, aslında. substantiality, substantialness i. gerçek varlık, hakiki mevcudiyet; sağlamlık; gerçek değer; yücelik, muazzamlık.
substantiatef. gerçeklemek, kanıtlamak; gerçekleşmek; gerçekleştirmek, tahakkuk ettirmek. substantia'tion i. gerçekleme.
substantives., i. mevcudiyet ifade eden; bağımsız, müstakil; dayanıklı; sabit, devamlı; tözel; i., gram. isim.
substituenti., kim. asıl bileşimde bulunan atomun yerini alan başka atom.
substitutei., f., bedel; vekil; f. vekil tayin etmek; bedel olarak koymak; vekâlet etmek; yerine geçmek.
substitutioni. başka bir şeyin yerine kullanma; bir başkasının yerine koyma, bir başkasının yerini alma. sub'stitutive, substitutional, substitutionary s. vekâlet kabilinden.
substratei. alt tabaka; biyokim. mayadan etkilenmiş madde.
substratumi (çoğ., -s, -ta) temel; alt tabaka; fels. dayanak, asıl sebep.
substructioni. temel. substructure i. temel toprak altı yapı.
subsumef. sınıflandırmak; kapsamak, içine almak, ihtiva etmek (sınıf).
subtemperates. ılıman iklim kuşağının nispeten daha soğuk bölgelerine özgü.
subtenanti. kiracının kiracısı. subtenancy i. kiracının bir diğerine kiralaması.
subtendf., geom. karşısında bulunarak iki ucunu birbirine raptetmek (kavis veteri); bot. taşımak (tomurcuk). subter- (önek) altında.
subtiles. ince, narin; keskin; yaygın; kurnaz; ince.
subtilizef. inceltmek, incelik vermek; ince farklarını gözetmek.
subtitlei. ikincil başlık; sin. altyazı.
subtles. kurnaz, hilekâr; ince; mahir, usta; gizli. subtly z. incelikle; mahirâne, ustaca; kurnazca.
subtletyi. incelik; kurnazlık, şeytanlık, hilekarlık; zekâ, cin fikirlilik.
subtractf. çıkarmak, hesaptan düşmek. subtrac'tion i. çıkarma subractive s. eksiltici; mat. eksi işareti olan.
subtrahendi., mat. çıkan, bir sayıdan çıkarılacak sayı.
subtreasureri. veznedar yardımcısı. subtreasury i. veznedarlık şubesi
subulates., biyol. biz şeklindeki, sivri uçlu.
suburbi. varoş, dış mahalle; çoğ. şehir civarı, banliyö. suburban s. varoşta olan, kenar mahallede oturan; banliyöye ait. suburban train banliyö treni.
suburbiai. dış mahallede oturanların toplum hayatı.
subvenef. desteklemek, yardımına yetişmek; araya girmek.
subventioni. imdadına yetişme, vardım; devletten alınan tahsisat.
subversioni. yıkma, devirme, altüst etme, tahrip; harap olma; yıkılma, devrilme; ifsat, bozulma. subversive s. tahrip edici, yıkıcı, altüst eden.
subvertf. altüst etmek, harap etmek; devirmek, yıkmak; bozmak, ifsat etmek.
subwayi., A.B.D. metro; tünel.
succeedf. başarmak, muvaffak olmak, becermek; izlemek, takip etmek; halefi olmak; halef selef olmak, yerine geçmek veya oturmak; vâris olmak; tahta vâris olmak.
succes destimeFr. halk tarafından tutulmayıp kritiklerce övülen başarı.
successi. başarı, muvaffakiyet; başarılı şey veya kimse.
successfuls. başarılı, muvaffakıyetli. successfully z. başarıyla, muvaffakıyetle. successfulness i. başarılılık.
successioni. ardıllık; silsile, dizi, sıra; birbiri arkasından gelen şeyler; vekâlet, yerine geçme; yerine geçme hakkı döl döş.
successives. ardıl, birbirini ileyen, müteakıp, silsile halindeki. successively z. sıra ile, birbiri arkasından.
succincts. az ve öz, muhtasar, kısa; biyol. ipek iplik ile çevrilip tutulmuş. succinctly z. kısaca. succinctness i. az ve öz olma.
succor , ing succourf., i. yardım etmek, imdadına yetişmek, sıkıntıdan kurtarmak; i. yardım, imdat; imdada yetişen kimse.
succoryi. hindiba, bot. Cichorium intybus.
succubusi. (çoğ., -bi, -buses) ifrit, şeytan; mit. geceleyin kadın şeklinde erkeklerin rüyasına girip onlarla cinsel münasebette bulunan dişi şeytan.
succulents. özlü; bot. etlenmiş, körpe ve sulu; dolgun, yararlı fikirlerle dolu. succulence, -cy i. körpe ve sulu olma, özlülük. succulently z. sulu sulu.
succumbf. yenilmek, mağlup olmak, dayanamamak; ölmek.
succussf. şiddetle sarsmak; tıb. göğsünde su olup olmadığını anlamak için sarsmak. succussion, succussation i., tıb. sarsma.
suchs. bunun gibi, böyle, şöyle, öyle. such and such filan. such a one filan kimse; öyle biri ki. such as gibi, meselâ, örneğin. such as it is her nasılsa, kötü veya değersiz olmakla beraber. as such böyle olmak sıfatıyla, bu sıfatla, haddi zatında; sadece.
suchlikes., zam. benzeri, bunun gibi; zam. böylesi.
suckf., i. emmek, massetmek; içine çekmek, soğurmak; sorumak; içmek, çekmek, almak; emer gibi içine çekmek; (argo) yetmemek, eksik gelmek; i. emme, emiş, mas; emilen şey; yudum, içim; ana sütü; anafor. give suck emzirmek.
suckeri., f. emen şey veya kimse; meme emen çocuk veya hayvan; sazana benzer tatlı su balığı; zool. emici uzuv; tulumba pistonu; emici boru; kökten ayrılarak kendi başına büyüyen fidan, piç; A.B.D., (argo) enayi kimse; emilerek yenen çubuklu şeker; f. piçleri budamak; kökün yanından filiz sürmek.
sucklef. emzirmek, meme vermek; meme emmek. suckling i. memede olan çocuk veya hayvan.
sucrei. Sucre, Bolivya'nın başkenti.
suctioni. emme. suction pump adi tulumba, emme basma tulumba. suction stroke emme devresi.
suctorials., zool. emerek beslenen veya yapışan, emici veya yapışıcı uzvu olan.
sudani. Sudan. Sudanese s., i. Sudanlı.
sudariumi. (çoğ. -daria) ter silmeye mahsus mendil; efsaneye göre çarmıha gerilmeye götürülürken Hazreti İsa'nın terini sildiği ve üzerinde yüzünün resmi kalan mendil.
sudatorys., i. terleyen; terletici, ter döktürücü; i. sıcak hamam veya banyo; terletici madde.
suddi. Nil'de trafiğe engel olan su üstünde yüzen bitkiler.
suddens. apansız, birdenbire çıkan, ani. sudden death ani ölüm; (spor) beraberlik durumunu çözmek için neticeyi bir puana bağlama; neticeyi bir yazıtura atışıyla halletme. all of a sudden ansızın, birdenbire, aniden. suddenly z. birdenbire, ansızın. suddenness i. birdenbire vaki olma.
sudori. ter. sudoriferous s., tıb. terleten, terletici; ter sızdıran.
sudsi., çoğ. köpüklü sabun suyu, sabunlu su; köpük; (argo) bira. suds'y s. köpüklü.
suef., huk. dava açmak; talep etmek, istemek; yalvarmak, rica etmek.
sueti. sığır veya koyun içyağı. suety s. içyağı karışık, içyağına benzer.
suezi. Süveyş. Suez Canal Süveyş Kanalı.
suffeancei. göz yumma, müsamaha; tahammül, dayanma, sabır. on sufferance zarar vermemek şartıyla.
sufferf. ıstırap çekmek; tutulmuş olmak, müptela olmak; cezasını çekmek; idam olunmak; cefa çekmek; (eski) katlanmak, tahammül etmek; müsaade etmek, izin vermek, bırakmak. sufferer i. ıstırap çeken kimse.
sufferables. çekilebilir, dayanılabilir, tahammül edilebilir. sufferably z. tahammül edilebilir şekilde.
sufferingi., s. ıstırap, elem, acı, keder; s. ıstırap çeken; mazlum.
sufficef. kafi gelmek, yetişmek, el vermek, yetmek. suffice it to say şu kadarını söylemek yeter ki.
sufficients. kâfi, yeterli; elverişli, uygun, münasip. sufficiently z. kâfi derecede.
suffixi., gram. sonek, sontakı.
suffixf. bir kelimenin sonuna ek koymak.
suffocatef. boğmak, nefesini kesmek; bastırarak söndürmek; boğulmak, nefes alamamak. suffocating s. bunaltıcı, boğucu. suffoca'tion i. boğulma bunalma.
suffragei. oy kullanma hakkı; oy kullanma; tasvip tasdik onay.
suffragettei. kadınların oy kullanma hakkını savunan kadın.
suffumigatef. aşağıdan tütsülemek. suffumigation i. alttan tütsüleme.
suffusef. etrafa yayılmak, kaplamak; boya vermek, renk vermek. suffusion i. yayılma; kızartı.
sufii. sofi, gizemci mutasavvıf.
sufismi. islâm gizemciliği, tasavvuf.
sugari., f. şeker; tatlı söz, kompliman; (argo) şekerim; f. şeker katmak; tatlı sözlerle yumuşatmak veya hafifletmek; A.B.D. akça ağaçtan şeker çıkarmak; şekerlenmek. sugar beet şeker pancarı bot. Beta saccharifera. sugar bowl şekerlik, şeker kâsesi. sugar candy akide şekeri. sugar cane şekerkamışı, bot. Saccharum officinarum. sugar daddy A.B.D., (argo) arkadaşlık ettiği genç kıza hediyeler yağdıran yaşlı ve zengin adam. sugar diabetes tıb. diyabet, şeker hastalığı. sugar loaf kelle şekeri; konik tepe. sugarmaple, sugar tree özünden şeker çıkarılan isfendan akçaağaç, bot. Acer saccharum. sugaring off isfendan özünü kaynatarak bir cins pekmez yapma; bu işin yapılması için tertiplenen ziyafet. burnt sugar yakılmış şeker. castor sugar ing. tozşeker. lump sugar kesme şeker.
sugarcureds. şekerle konserve edilmiş (domuz eti).
sugarys. şekerli, şekere benzer, şeker gibi; fazla nazik. sugariness i. şekerlilik; şekerlenmiş olma.
suggestf. öne sürmek ileri sürmek; hatıra getirmek; ima ve ihtar suretiyle bildirmek veya söylemek; telkin etmek; fikir vermek, teklif etmek, ortaya atmak; imada bulunmak, fikir beyan etmek.
suggestibles. teklif edilebilir; kolaylıkla tesir altında kalan. suggestibility i. kolaylıkla tesir altında kalma.
suggestioni. ima, ihtar, fikir verme, teklif; ima ve ihtar olunan şey; telkin. suggestion box şikayet kutusu.
suggestives. manalı imalı; müstehcen. suggestively z. imalı bir şekilde. suggestiveness i. manalılık.
suhlyf., i. kirletmek, lekelemek; kirlenmek, lekelenmek; i. kir, leke.
suicidals. intihar kabilinden; yok edici suicidally z. intihar etmeye meyilli olarak.
suicidei., f. kendini öldürme, intihar; kendi emel veya gayelerini yıkma; intihar eden kimse; f. k.dili. intihar etmek. suicide seat otomobilde şöförün yanındaki yer.
suijurisLat., huk. tam ehliyetli ve reşit.
suiti., f. takım elbise tayyör, kostüm; mayo; dava hukuk davası; iskambilde takım; kur; f. uydurmak; uygun gelmek; işini görmek, memnun etmek, hoşuna gitmek; uymak olmak; birinin işine gelmek. follow suit iskambilde takıma uymak. pay suit kur yapmak. press one's suit sevgisini belirtmek.
suitables. uygun, münasip, yerinde . suitabil'ity, suitableness i. uygunluk. suitably z. uygun bir şekilde, yerinde.
suitei. takım; daire; oda takımı; maiyet; müz. süit.
suitingi. takım elbiselik veya tayyörlük kumaş.
suitori. âşık, bir kıza talip erkek; huk. davacı.
sukiyakii. Japonya'da sofrada pişirilen bir çeşit türlü.
sukkothi. Musevi dininde Çardaklar Bayramı.
sulcates., biyol. dar ve derin olukları olan, yivli. sulca'tion i. olukluluk; oluk.
sulcusi. (çoğ. -ci) anat. oluk. (süleyman')
sulfur , sulphuri. kükürt, kıs. S ;lahana kelebeğine benzer sarı bir kelebek. flowers of sulfur kükürtçiçeği.
sulfureouss. kükürtlü, kükürt gibi. sulfureously z. kükürtlü olarak.
sulfuretf. (-ed, -ing; -ted, -ting) i. kükürtle karıştırmak, içine kükürt katmak; i. sülfid. sulfuretted hydrogen kükürtlü hidrojen.
sulfurics., kim. kükürtlü. sulfuric acid sülfurik asit, zaçyağı, karaboya.
sulfurouss. kükürtlü, kükürtten elde edilmiş; ateşli, hararetli, cehennemsi.
sulfurys. kükürte benzer, kükürt kokulu.
sulkf., i. somurtmak, surat asmak, küsmek; i., gen., çoğ. somurtma; küskünlük; somurtkanlık.
sulkys. küsmüş, aksiliği tutmuş, asık yüzlü, suratlı; kasvetli. sulkily z. asık suratla. sulkiness i. asık suratlılık.
sulkyi. tek kişilik iki tekerlekli ve tek atlı hafif araba. sulky plow oturacak yeri ve tekerlekleri olan pulluk.
sullagei. suyun bıraktığı çamur, mil; kir, pislik; cüruf.
sullens. somurtkan, asık yüzlü, suratlı; ters, huysuz, melankolik, yüzü gülmez; kasvetli; için için kaynayan. sullenly z. somurtarak, asık yüzle. sullenness i. somurtkanlık, asık yüzlülük; kasvet.
sultani. sultan, padişah; Türkiye asıllı ayakları tüylü ve beyaz tepeli bir çeşit paçalı tavuk. sultanate i. sultanlık padişahlık.
sultanai. hanım sultan, sultan karısı, kızı veya kız kardesi, valide sultan; sarayda cariye; İzmir'in çekirdeksiz kuru üzümü, sultani. sultaness i. sultan karısı veya validesi.
sultrys. sıcak, boğucu, bunaltıcı, rutubetli, durgun; tutkulu, ihtiraslı. sultriness i. sıcak ve rutubetli oluş; ihtiras.
sumi., f. (-med, -ming) toplam, yekun, mecmu, tutar, meblâğ; problem; en fazla miktar; doruk; özet, hülasa, öz; f. toplamak, yekun çıkarmak. sum up özetlemek, hülasa etmek; hüküm vermek. a good round sum büyük bir meblâğ. a lump sum toptan para. a sum of money bir miktar para. good at sums iyi hesap bilir, hesabı kuvvetli. in sum uzun sözün kısası, kısacası, velhasıl. the sum and substance of it hulâsa edersek, kısacası.
sumachi. sumak, somak, bot. Rhus coriaria; kurutulmuş sumak yaprağı tozu.
summandi. toplanılan rakamlardan her biri.
summarys., i. özlü, kısa, acele, derhal yapılan; i. özet, hulâsa. summary proceeding acele muhakeme usulü. summarily z. resmi muameleyi beklemeden; süratle.
summeri., f., s. yaz, yaz mevsimi; f. yazı geçirmek; yaz esnasında bakmak veya beslemek; s. yazlık. summer school yaz okulu. summer squash kabak. summer theater A.B.D. yazın sayfiyede oynayan tiyatro. summer time yaz saati. Indian summer pastırma yazı. summery s. yaza mahsus, yaz gibi.
summerhousei. kameriye, çardak. summersault bak. somersault.
summiti. tepe, doruk, zirve, evç, en yüksek nokta veya derece. summit meeting zirve konferansı.
summonf. çağırmak, çağırtmak, emirle davet etmek, celp etmek; düşmanı teslim olmaya davet etmek. summon up toplamak (kuvvet); teşvik etmek.
summonsi (çoğ.-es) resmi emirle davet, celp etme, çağırtma; çağrı, davetiye, mahkeme celpnamesi; ask. teslim çağrısı.
sumpi. maden ocağının dibinde su birikintisine mahsus kuyu; lağım çukuru; bir kazıya başlamadan evvel tecrübe veya yoklama kabilinden kazılan tünel; oto. yağ karteri.
sumptuarys. sarfiyata ait masraflarla ilgili, masrafları sınırlayan. sumptuary law masrafları sınırlayan kanun; din veya ahlâka dayanarak özel hayatı düzenleyen kanun.
sumptuouss. masraflı, tutumsuz; muhteşem, tantanalı, zengin. sumptuously z. muhteşem bir şekilde.
suni., f (-ned, -ning) güneş; güneş ışığı; güneşli yer; gün, gündoğumu; (şiir) yıl, sene; şaşaalı şey; peykleri olan yıldız; f. güneşlendirmek; güneşlenmek. sun bath güneş banyosu. sun compass kutuplarda kullanılan ve güneş ışınlarıyla işleyen pusula. sun dance yaz başında güneşe tapma dansı. sun deck güneş banyosu yapmaya elverişli güverte veya balkon. sun disk güneş kursu. sun god güneş tanrısı. sun lamp morötesi ışınları veren elektrik lambası; sin. çok kuvvetli lamba. sun parlor cam duvarlı ve güneşli oda. sun roof güneş banyosu yapmaya elverişli dam; arabanın güneşli havalarda açılabilir üst kısmı. sun tan güneşte bronzlaşma. sun tans ask. yazlık hâki üniforma. sun worshiper güneşe tapan kimse. a place in the sun uluslararası politikada söz sahibi olma; tanınma. under the sun dünyada, yeryüzünde.
sun-cureds. güneşte kurutulup konserve yapılmış (et).
sunbowi. su serpintisi içinde görülen gökkuşağı.
sunburni., f. güneş yanığı; f. güneşten yanmak.
sunbursti. genellikle bulutlar arasından yayılan şiddetli güneş ışığı; güneş şeklindeki mücevherat.
sundaei. üstü ceviz, meyve ve ağdalı şurup ile kaplanmış dondurma, peşmelba.
sundayi. pazar günü. Sunday school kilisede pazar günü din dersleri verilen okul. a month of Sundays k.dili. uzun müddet. Sunday-go-to- meeting s., k.dili. en iyi, bayramlık.
sunderf., i. ayırmak, koparmak, ayrı bırakmak, bölmek; kopmak, ayrılmak; i. ayırma; kopma. cut in sunder, cut asunder parçalara ayırmak.
sundewi. güneş gülü, bot. Drosera.
sundogi. yalancı güneş, güneşin hayali.
sundowni. güneş batması, gurup, akşam; geniş kenarlı kadın şapkası.
sundowneri., k.dili. serseri kimse; Avustralya'da dilenci serseri; (argo) çok sıkı disiplinli gemi süvarisi.
sundropsi. (çoğ. -drops) akşam çuhaçiçeği, bot. Oenothera.
sundrys. çeşitli, ufak tefek, türlü türlü; bazı, birtakım.
sunfishi. (çoğ. -fish, -fishes) ay balığı, pervanebalığı, zool. Mola mola; güneş balığı.
sunfloweri. ayçiçeği, gün çiçeği, günebakan, bot. Helianthus annuus.
sunglowi. tan, fecir; güneşin ısıtıcı ışığı.
sunkf., bak. sink. sunk fence hendek içinde saklı bahçe duvarı.
sunkens. su içine gömülmüş; bir yüzey altında olan; etrafından daha alçak seviyede olan; çökmüş.
sunlesss. güneş görmeyen, güneş almayan; kasvetli.
sunni., sunn hemp bir cins kenevir, bot. Crotalaria juncea.
sunnys. güneşli; güneş gibi; neşeli. sunny side güneşli taraf; (bir işte) iyi cihet, ümit verici yön. sunny side up çevrilmeden pişirilen (tavada yumurta).
sunrisei. gündoğumu, güneş doğuşu; sabah.
sunroomi. bol pencereli ve güneşli oda.
sunscaldi. bitkilerde görülen fazla güneşten ileri gelen hastalık.
sunscorchi. bitkilerin fazla güneşten kavrulması.
sunseti. günbatımı, güneş batması, gurup; akşam; günbatımında gök renkleri; çöküş devri, gerileme devri.
sunshadei. güneş siperliği, güneşlik; güneş şemsiyesi; tente.
sunshinei. güneş ışığı; güneş; güneşin ısıtıcı ışığı; neşelilik.
sunupi., A.B.D. gündoğumu.
sunwardz., s. güneşe doğru (olan). sunwards z. güneşe doğru.
sunwisez. güneşin hareket ettiği yönde.
supf. (-ped,- ping) i. yudum yudum içmek, yudumlamak; i. yudum.
supf. (-ped,- ping) akşam yemeğini yemek.
supkıs. above, superior, supplement.
super(önek) üstün, üzerinde, fevkinde, fazlasıyla.
superi., (argo) tiyatroda önemsiz rollere çıkan oyuncu.
superi., s. üstün kalite, ekstra cins; mücellithanede kullanılan pamuk takviye bezi; tic. âlâ derece, âlâ derecede olan şey; s., (argo) üstün.
superables. yenilmesi mümkün, galebe çalınabilir, hakkından gelinebilir, çaresi bulunabilir, atlatılabilir. superably z. hakkından gelinebilecek şekilde.
superaboundf. fazlasıyla bulunmak, pek çok miktarda bulunmak.
superabundants. pek çok, mebzul, bol, taşkın. superabundantly z. pek bolca.
superaddf. daha da ilave etmek, yeniden katmak.
superannuatef. yaşlılık veya yetersizlik sebebiyle işten çıkarmak, emekliye ayırmak; geçersiz diye çıkarmak. superannuated s. emekli; eskimiş; kullanılmaz hale gelmiş; modası geçmiş. superannua'tion i. emeklilik; emekli maaşı.
superbs. muhteşem, görkemli; âlâ, nefis, enfes; zengin, zarif. superbly z. muhteşem bir şekilde; tam.
supercargoi. şilepte mal sahibi tarafından tayin olunan satış memuru.
superchargef., i. kompresörle güçlendirmek; fazla yüklemek; i. fazla yük.
superciliouss. mağrur, kibirli. superciliously z. kibirle. superciliousness i. kibir, gurur.
superconductives., fiz. aşırı soğukken elektrik akımını dirençsiz olarak geçirebilen.
supercoolf. (bir sıvıyı) donma derecesinin altında dondurmadan soğutmak.
supereminents. çok üstün. supereminence i. aşırı üstünlük. supereminently z. büyük üstünlükle.
supererogatef. görevinden fazla iş görmek. supereroga'tion i. vazife dışında iş yapma, fuzulî iş görme. supererogatory s. asıl görevden fazla veya ayrı; lüzumsuz, fuzuli.
superfetationi. gebe hayvanın doğurmadan evvel bir daha gebe kalması.
superficials. yüzeyde kalan, satha yakın veya satıhta olan; sathi, yüzeysel, üstünkörü, yarım yamalak. superficiality, superficialness i. yüzeyde kalış, sathilik. superficially z. görünüşte, üstünkörü bir şekilde.
superfines. son derece güzel; pek ince, çok zarif.
superfluidi., fiz. mutlak sıfırın bir derece üstündeki sıvı hali.
superfluouss. fazla, lüzumsuz, gereksiz. superflu'ity, superfluousness i. fazlalık, aşırı bolluk. superfluously z. çok fazla.
superfusef. bir şeyin üzerine dökmek; dökülmek.
superheatf. fazla ısıtmak; ısıtıp sabit olmayan bir hale getirmek.
superimposef. bir şeyin üzerine koymak; bir şeye ilave etmek. superimposi'tion i. bir şeyin üzerine koyma veya ilâve etme.
superinducef. başka bir şeye ilaveten meydana getirmek, ek olarak katmak.
superintendf. bakmak, nezaret etmek, yönetmek, idare etmek, kontrol etmek. superintendence i. bakma, yönetme, yönetim. superintendency i. müdürlük, yöneticilik; yönetim.
superintendenti., s. yönetici, müdür, şef, idare memuru; s. yönetimsel; yöneten.
superiors., i. daha yüksek, âlâ, üstün, faik; olağanüstü; (to ile )fevkinde, daha üstün; üstünlük taslayan; bot. üst tarafında bulunan, üst; i. üstün derecede olan kimse; manastırda baş rahip; matb. satırdan yukarı basılmış rakam veya harf. superior court A.B.D. temyiz mahkemesi. superiority i. üstünlük.
superlatives., i. en yüksek; mükemmel, eşsiz, üstün; gram. enüstün; fazla; i. en yüksek derece veya miktar; gram. en üstünlük. talk in superlatives abartmak, mübalâğa etmek. superlatively z. en üstün derecede. superlativeness i. fevkaladelik, üstünlük.
supernals. göksel, semavi; ilâhi; yüksek.
supernaturals. doğaüstü, tabiatüstü; harikulade, mucize kabilinden. supernaturalism i. doğaüstü olma; doğaüstü güce inanma. supernaturally z. doğaüstü kuvvetlere dayanarak.
supernumerarys., i. fazla, zait; lüzumundan fazla; i. gerekli sayıdan fazla olan kimse; (tiyatro) önemsiz rollere çıkan oyuncu.
superposef. üstüne koymak; geom. üst üste gelecek şekilde koymak. superposi'tion i. üstüne koyma.
superpoweri. süper devlet; geniş kapsamlı elektrik şebekesi.
superscribef. üstüne yazmak; zarf üstüne adres yazmak. su'perscript s., i. üste yazılan; i. satırın üstüne yazılan küçük harf veya rakam; mat. satır yukarısına yazılı kuvvet veya türev gösteren işaret. süperscrip'tion i. bir şeyin üstündeki yazı; serlevha, başlık; kitabe; üstüne yazma; ecza. reçetenin başındaki alınız'' yazılı kısım.
supersedef. yerine geçmek, yerini almak; yerine başkasını koymak; yerine başka bir şey koyarak iptal etmek.
supersedeasi., huk. aşağı bir mahkeme kararının icrasını durduran yüksek mahkeme emri.
supersonics. süpersonik, sesten hızlı. supersonics i. süpersonik ilmi, sesten hızlı olguları inceleyen bilim dalı. supersonic transport süpersonik araç.
superspacei. bütün üç boyutlu yerlerinin nokta olduğu ileri sürülen matematiksel uzam.
superstari. çok güçlü radyo dalgaları gönderen gökcismi; as, mesleğinde üstün olan kimse.
superstatei. birkaç bağımlı memleketi idare eden memleket.
superstitiouss. batıl itikat kabilinden; batıl itikatlı, boş şeylere inanan. superstitiously z. batıl inançlara saplanarak. superstitiousness i. batıl inançlılık.
superstructurei. temel üzerine kurulan bina, ilâve kat; zemin katı üzerinde bulunan binanın tümü; üst yapı; üst kademe; ilişkiler; demiryolunun taş zemini üstünde bulunan travers veya ray; den. palavra üstündeki yapı kısımları.
supervenef. takip etmek, izlemek, arkasından gelmek; sonra meydana gelmek.
supervisef. denetlemek, teftiş etmek, nezaret etmek; idare etmek, bakmak. supervi'sion i. denetleme, nezaret, murakabe; idare. supervisor i. müfettiş, denetçi. supervi'sory s. denetçiye özgü; denetimsel; denetleyici, teftiş edici.
supinatef., anat. el ayasını yukarıya döndürmek. supina'tion i. el ayasını yukarıya döndürme. supinator i., anat. supinator, el bileğini dışarıya döndürücü adale.
supinei. Latince'de -i veya -den halindeki isim-fiil.
supines. sırt üstü yatmış; yatay durumdaki, meyilli; kaygısız; miskin, enerjik olmayan. supinely z. kaygısızca; miskinlikle. supineness i. kaygısızlık; miskinlik.
supperi. akşam yemeği; yemekli gece toplantısı.
supplantf. ayağını kaydırıp yerine geçmek, yerini kapmak.
supples., f. yumuşak, kolayca eğilip bükülebilir, elastiki, esnek; uysal, yatkın, başkalarının suyuna giden; f. yumuşatmak. suppleness i. esneklik, elastikiyet.
supplementi., f. ilâve, ek; zeyil; mat. bütünler açı; f. ilâve etmek, eklemek; doldurmak. supplemen'tal, supplemen'tary s. ilâve olan, bütünleyici; mat. bütünleyen, tamamlayan. supplementa'tion i. ekleme, ek, ilave, zeyil.
supplicatef. rica ve niyaz etmek, yalvarmak; dua ederek yakarmak. supplicatingly z. yalvararak. supplica'tion i. yalvarış, yakarış, niyaz. supplicatory s. yalvarış kabilinden; niyaz eden.
supplieri. sağlayan kimse; ihtiyacı karşılayan şey; tedarik eden firma.
supplyf., i. sağlamak, tedarik etmek, temin etmek; ihtiyacı karşılamak; tatmin etmek; telafi etmek, yerini doldurmak; bir makamı işgal etmek; i. tedarik, teçhiz; mevcut; gen. çoğ. erzak, gereç, levazım, malzeme; vekil. cut off the supplies gerekli ihtiyaç maddelerini kesmek. in short supply kıt, yetersiz. law of supply and demand arz ve talep kanunu.
supplyz. esnek olarak, kendini duruma uydurarak.
supportf., i. desteklemek; tahammül etmek, götürmek, dayanmak, tutmak, kaldırmak, çekmek; kuvvet vermek, cesaret telkin etmek; beslemek, geçindirmek; masrafını vermek; devam ettirmek; ispat etmek, teyit etmek; savunmak, müdafaa etmek; yardım etmek, tutmak, iltizam etmek; tutmak, düşürmemek; sabretmek, katlanmak; (tiyatro) yardımcı rolde oynamak; i. destekleme, tutma, düşmesine engel olma; destek olan kimse veya şey; destek, dayanak, mesnet, yatak; geçim.
supportables. çekilir, tahammül edilebilir; ispat edilebilir.
supporteri. taraftar; yardımcı; jartiyer; askı; bileklik.
supportives. destekleyici; yardımcı; ispat etme hususunda faydalı. supportive therapy psik. hastaya problemlerinde yardımcı olarak yapılan psikoterapi; tıb. hastanın genel sıhhat durumunu kuvvetlendirerek hastalık bulgularının ortadan kaldırıldığı tedavi usulü.
supposef. zannetmek, farz etmek; doğru olduğunu kabul etmek; tasavvur etmek, düşünmek; tahmin etmek. Suppose he doesn't come. Farz edelim ki gelmedi. Ya gelmezse? Suppose we change the subject. Konuyu değiştirsek nasıl olur? He is supposed to be rich. Zengin olduğu zannediliyor. He is supposed to come. Gelmesi lâzım. I suppose so. Herhalde. The ship is supposed to arrive today. Geminin bugün gelmesi bekleniyor. Where's that road supposed to go? Acaba o yol nereye çıkar? You're not supposed to do that! Bunu yapmamalısınız. supposed s. sözde, (yanlışlıkla) kabul edilen, farz edilen.supposedly z. farz olunduğu gibi, güya.
suppositioni. zan, tahmin, kıyas; varsayım, ipotez, faraziye. suppositional s. tahmin kabilinden, farazi. suppos'itive s. tahmini, farazi.
supposititiouss. değiştirilmiş, sahte; tahmin kabilinden; varsayılı, ipotetik, farazi.
suppressf. bastırmak, sindirmek; önlemek, menetmek; zapt etmek; örtbas etmek, saklamak; gizli tutmak; durdurmak, kesmek. suppres'sion i. baskı; zapt etme, tutma; bastırma, sindirme. suppres'sive s. zapteden, tutan; bastıran, sindirici.
suppuratef. cerahat toplamak; işlemek (yara). suppura'tion i. cerahat, irin. suppurative s. cerahat hasıl edici.
supra-(önek) fevkinde, üstünde, ötesinde, önünde, dışında,-den ziyade, maada.
supranationals. bir veya birden fazla milletin siyasi imkânlarıyla sınırlanmamış olan.
supraprotesti., tic. huk. borçlunun senedi protesto etmesinden sonra kefilin ödemeyi kabul etmesi.
supremacyi. üstünlük, yücelik, ululuk; herkesten üstün olma, büyüklük.
supremes. en yüksek, ulu, yüce; hakim; en yüksek mertebede; en yüksek derecede, en mükemmel; son. Supreme Being Hak Taalâ, Allah. Supreme Court Anayasa Mahkemesi. supreme good en büyük iyilik, en yüksek hayır gayesi. Supreme Soviet en üst Sovyet. supreme test en büyük imtihan, deneme. make the supreme sacrifice canını feda etmek. supremely z. fevkalade, en mükemmel surette.
supt.kıs. superintendent.
sur-(önek) üstünde, ötesinde.
surahi. bir cins yumuşak ipekli kumaş.
surals., anat. baldıra ait.
surbasei., mim. temel üzerine yapılan pervaz. surbase'ment i. böyle pervaz bulunma.
surceasei., f., (eski) bitme, ardı arkası kesilme; f. bitmek, ardı arkası kesilmek; nefes almak, ara vermek.
surchargef., i. taşıyabileceğinden fazla yüklemek, fazla doldurmak; fazla fiyat istemek; bir krediyi deftere kaydetmemek; posta pulunun üzerine yeni fiyat bastırmak; i. fazla ağır yük; d.y. fazla navlun alma; krediyi deftere kaydetmeyiş; posta pulları üzerine bastırılan yeni fiyat, sürşarj; yeni fiyatlı posta pulu, sürşarj.
surcinglei., f. palan kolanı; kil. papaz cüppesinin kuşağı, zünnar; f. kolan veya kuşakla bağlamak.
surcoati. cüppe; ortaçağda zırh üstüne giyilen cüppe.
surds., i., mat. asam, (karekök 2) gibi tam miktarı ifade edilemeyen (kemiyet); dilb. f, p, s, k gibi sessiz (harf).
sures., z., (ünlem) muhakkak, şüphesiz; olumlu, müspet; kesin, kati; emin, sağlam, güvenilir; sabit, metin; nad. sıkı, sıkı bağlayan; z., k.dili. şüphesiz; (ünlem) tabii, elbette. sure enough muhakkak, sahiden. be sure dikkat etmek. for sure elbette, muhakkak, kati olarak. make sure temin etmek; tahkik etmek, soruşturmak; işin aslını anlamak. to be sure elbette, muhakkak. sure'ness katiyet, kesinlik; emin olma.
sure-enoughs., z., A.B.D., k.dili. hakiki; z. muhakkak.
sure-fires., k.dili başaracağı şüphe götürmeyen.
surelyz. elbette, muhakkak; emniyette olarak; tehlikesizce.
suretyi. kefil, rehine; teminat, emniyet. stand surety kefil olmak. surety ship i. kefalet.
surfi., f. kıyıda kırılan köpüklü dalgalar, çatlayan dalgalar; f., (spor)dalgalar üstünde tahta ile kıyıya doğru kaymak.
surfacei., f., s. yüz, düzey, satıh, dış, zahir, dış taraf, dış görünüş; mat. yüzey; f. bir şeyle kaplamak; dua yapmak; cilâlamak; üstündeki toprağı kaldırıp maden ocağı işletmek; su dibinden yüzeye çıkmak; s. yüzeysel; görünüşteki. surface current düzey akıntısı. surface impressions dış izlenimler, sathi intıbalar. surface mail adi posta. surface noise gramofon plağında sürtünme ve tozdan ileri gelen parazit veya cızırtı. surface plate mak. ayar olarak kullanılan düz çelik parça. surface tension fiz. üst yüzey gerilimi. surface water toprağın üstünden akan yağmur suyu. on the surface yüzeyde; görünüşte.
surfactanti., kim. bir sıvının yüz gerilmesini azaltan madde.
surfboardi. surfing denilen sporda kullanılan uzun tahta.
surfboati. dalgaları aşabilmeye elverişli kayık.
surfcastingi. sahilden dalgaların arasına olta atarak balık avlama.
surfeiti., f. yiyip içmede aşırılık; çatlayacak derecede yemek yeme hastalığı; tokluk; aşırı derecede yemek yemekten ileri gelen bulantı, bıkkınlık; f. çatlayacak derecede yedirmek veya yemek.
surferi. dalgalar üzerinde surfing yapan sporcu.
surgef., i. kabarıp yuvarlanmak; dalgalanmak; elek. kabarmak, taşmak; den. birden kayıvermek; den. çok baş kıç vurmak (demirli gemi); akın etmek; birden kabarıvermek; i. büyük dalga; büyük dalga gibi sürükleme; elektrik akım veya gücünün süratle artması veya yükselip düşmesi; den. ırgatın daralan kısmı.
surgeoni. cerrah, operatör. Surgeon General A.B.D. Umumi Sağlık Servisinde baş doktor. surgeoncy i. cerrahlık.
surgeryi. operatörlük, cerrahlık, cerrahlık ilmi; ameliyathane; İng. muayenehane.
surgicals. cerraha veya cerrahlığa ait, cerrahi; cerrahlıkta kullanılan veya yapılan. surgical operation ameliyat. surgical ward hariciye koğuşu. surgically z. ameliyat suretiyle, cerrahi müdahale ile.
suricatei. gelinciğe benzer ve Güney Afrika'da yaşayan bir cins hayvan, zool. Suricata suricata.
surlys. ters, haşin, aksi, kaba, asık yüzlü. surlily z. kabaca, terslikle. surliness i. terslik, aksilik, kabalık.
surmisei., f. zan, kanaat, şüphe; f. sanmak, zannetmek, tahmin etmek; ipucu çıkarmak.
surmountf. üstün gelmek, baskın çıkmak, galebe çalmak, hakkından gelmek.
surmulleti. barbunya balığı, tekir balığı, zool. Mullus barbatus.
surnamei., f. soyadı; aile ismi; lakap; f. soyadı koymak; soyadı ile tanınmak.
surpassf. geçmek, baskın çıkmak, üstün olmak, faik olmak. surpassing s., z. en üstün olan, âlâ; z., (şiir) fevkalade. surpassingly z. hepsinden üstün surette, fevkalade.
surplicei. papaz ve koro mensuplarının giydiği beyaz keten cüppe.
surplusi., s. artan miktar, herhangi bir şeyin fazlası; ihtiyat akçesi; şirketin bütün masraflar ve tediyatından sonra elinde kalan para; s. fazla, artık, baki. surplusage i. fazla olan meblâğ; huk. aşan şey, mübalağa.
surprisei., f. sürpriz; birden karşısına çıkış; hayret, beklenilmedik şey, şaşkınlık, ansızın vaki olan şey, hayret verici şey; f. hayrete düşürmek, şaşırtmak; birden karşısına çıkarmak; beklenilmedik bir anda yakalamak. surprise package içinden umulmadık bir şey çıkan paket. surprise party sürpriz partisi. surprise visit habersiz ziyaret. be surprised by one birisi tarafından gafil avlanmak, bir kimsenin hazırladığı bir sürprizle karşılaşmak. take by surprise gafil avlamak; şaşırtmak, hayret ettirmek. They surprised me into telling my secret. Beni üç kâğıda alıp sırrımı öğrendiler. I'm surprised at you. Yaptığın harekete şaştım.
surprisings. hayret verici, şaşırtıcı. surprisingly z. hayret uyandıracak şekilde.
surrealismi., fels. sürrealizm, gerçeküstücülük. sürrealist i., s. sürrealist, gerçeküstücü (kimse).
surrebuttali., huk. davacının iddiasını ispatlayan delil.
surrejoinderi., huk. davalının ikinci cevabına karşı davacının cevabı.
surrenderf., i. teslim etmek veya olmak, haklarından feragat etmek; kendini bırakmak, ümidini kesmek; herhangi bir duygu ve fikrin esiri olmak; i. teslim, feragat. surrender value sigorta poliçesi iptal edildiği takdirde poliçe sahibine verilecek para miktarı. unconditional surrender kayıtsız şartsız teslim.
surreptitiouss. gizli, el altından, hile kabilinden; sahtekarca; gizlice yapılmış. surreptitiously z. gizlice, al altından, hileli olarak.
surreyi., A.B.D, (eski) dört tekerlekli ve iki sıralı hafif gezinti arabası.
surrogatei., f. naip, vekil; yerine geçen kimse veya şey; özellikle evlenme izinnamelerini veren memur; huk. vasiyetname şartlarını yerine getirmeye memur kimse; f. vekil tayin etmek.
surroundf. kuşatmak ihata etmek, çevirmek, etrafını sarmak; ask. muhasara etmek, çember içine almak. surroundings i., çoğ. çevre, muhit, çevredeki bütün şeyler, etraf.
surtaxi., f. ek vergi; f. ek vergi koymak.
surveillancei. nezaret, gözetme, gözaltında tutma; teftiş. under surveillance gözaltında, nezaret altında. surveillant i. nezaretçi; göz hapsinde tutan kimse; nöbetçi öğretmen.
surveyf. bakmak, dikkatle her şeye göz gezdirmek, muayene etmek; yoklamak, yoklama yapmak; düşünmek, mülâhaza etmek, mütalaa etmek; teftiş etmek; haritasını çıkarmak, mesaha etmek. surveyor i. mesahacı, mesaha memuru; gümrük müfettişi.
surveyi. mesaha, yüzölçümü, teftiş, tetkik, yoklama, muayene; mülâhaza, mütalaa; harita veya plan yapma.
surveyingi. mesaha ilmi, yer ölçmesi; mesaha etme. aerial surveying havadan mesaha etme, uçakla harita çıkarma. hydrographic surveying bir bölgenin idrografik haritasını çıkarma. photographic surveying fotoğraf çekmek suretiyle mesaha etme. surveyor's level
survivali. kalım, beka; başkasının ölümünden sonra hayatta kalma, diğerlerinden fazla yaşama; bir tehlikeyi atlatıp yaşama; modası geçmiş bir inanç veya geleneğin baki kalması. survival kit havacılara verilen, mecburi iniş veya uçak kazasından sonra gerekli ihtiyaç maddelerini temin edecek çanta. survival of the fittest zool., bot. en güçlü olanın yaşamakta devam etme prensibi.
survivef. baki kalmak, başkasından fazla yaşamak, daha uzun ömrü olmak.
survivori. bir kazadan sağ olarak kurtulan kimse; başkasının ölümünden sonra sağ kalan kimse, en son olarak hayatta kalan kimse veya şey. survivorship i. sağ kalma; huk. ölenlerin mal hissesini alma hakkı.
susceptibles. çabuk müteessir olan, hassas; alıngan; kolay aşık olan, şıpsevdi. susceptibil'ity, susceptibleness i. hassasiyet, alınganlık. susceptibly z. hissedilir derecede.
suspectf. şüphelenmek, kuşkulanmak, hakkında şüpheye düşmek; hakkında kötü düşünmek.
suspects., i. şüpheli, zan altında bulunan; i. sanık, maznun.
suspendf. geçici olarak durdurmak veya iptal etmek; tatil etmek; ertelemek, tehir etmek; muallâkta bırakmak; makamından geçici olarak mahrum etmek; asmak; okuldan geçici olarak tart etmek. suspend payment tediyatı durdurmak. suspended animation geçici olarak canlılığını kaybetme.
suspenderi., çoğ., A.B.D. pantolon askısı; İng. çorap jartiyeri.
suspensei. askıda kalış, ümitle korku karışık bir his; muallakiyet, şüpheli durumda kalma, kesilme, inkıta. suspense account muallak hesap.
suspensioni. asma, asılma, talik edilme; geçici tatil; ödemeleri geçici olarak durdurma; kim. sıvı içinde erimeden durma, süspansiyon; mıknatıs iğnesini muallakta tutan tertibat; müz. asış, duraklatış. suspension bridge asma köprü.
suspensives. tereddüt kabilinden; geçici olarak tatil veya erteleme kabilinden. suspensively z. geçici olarak tatil ederek veya erteleyerek.
suspensor,soryi. kasık bağı, suspensuar. suspensory ligament anat. asıcı bağ.
suspicioni. şüphe, kuşku, vehim; ima, iz; k.dili gayet az miktar. above suspicion her türlü şüphenin dışında, şüphe uyandırmayan, çok dürüst.
suspiciouss. şüpheli, şüphe eden, vesveseci; suizan uyandıran, şüphe edilir; şüphelenen. I am suspicious of him. Ondan şüpheleniyorum. suspiciously z. şüphe uyandıracak şekilde, muhtemelen. suspiciousness i. şüpheli oluş.
suspiref., (şiir) içini çekmek, ah çekmek. suspiration i., (şiir) iç çekme, ah çekme.
sustainf. tutmak, düşmesine engel olmak, destek olmak; tahammül etmek, dayanmak, taşımak; çekmek; teselli etmek; muhafaza etmek; tedarik etmek; besleyip kuvvet vermek; doğruluğunu teslim etmek; ispat etmek, iddia etmek. sustain a defeat yenilmek. sustain a note müz. bir notayı uzatmak. sustain an objection bir itirazı kabul etmek. sustaining pedal notayı uzatan pedal. sustaining program radyo veya televizyonda masrafları istasyon tarafından karşılanan ara programı. sustaining wall istinat duvarı, set. sustained s. devamlı.
sustenancei. yaşatma, devam ettirme; gıda, yiyecek, maişet, geçim.
sustentationi. besleme, tutma, kuvvet verme; maişet, geçim, nafaka; koruyan şey.
sustentioni. besleme, tutma, kuvvet verme; para yardımı.
sutleri. orduya gıda maddeleri satan seyyar satıcı.
sutrai., (Sanskrit) vecize, vecizeler.
sutteei. eski bir Hint geleneğine göre bir kadının kocasının naaşı ile beraber yakılması; bu geleneğe göre yakılan kadın.
suturei., f. dikiş; dikiş yeri; tıb. yara kenarlarının dikiş ile birleştirilmesi; bu kenarları birleştiren dikiş; kafatası kemiklerinin dikişe benzeyen ek yerleri; bot. sutur, dikiş yeri; f. dikişle birleştirmek.
suzeraini. hükümdar; başka memleket üzerinde hüküm süren devlet. suzerainty i. hükümdarlık.
Toplam 539 sonuç listeleniyor