seai. deniz; derya, umman, okyanus; dalga; deniz gibi geniş olan herhangi bir şey. sea anchor deniz demiri. sea anemone deniz şakayığı, zool. Actiniaria. sea bream izmarit, zool. Smaris alcedo; istrongilos, çipura. sea breeze denizden esen rüzgar, imbat, meltem. sea captain kaptan., süvari. sea chest gemici sandığı. sea cock den. deniz musluğu. sea cow denizayısı, deniz perisi, zool. Trichechus manatus. sea cucumbers denizhıyarları, zool. Holothuriae. sea dog fok, ayıbalığı; kurt denizci. sea elephant en iri cins ayıbalığı, deniz fili. sea eryngo keçisakalı, bot. Eryngium maritimum. sea fight deniz savaşı. sea foam denizköpüğü, lületaşı. sea food deniz ürünü, sea front sahil. sea green mavimsi yeşil, camgöbeği. sea gull martı. sea horse denizaygırı, zool. Hippocampus. sea kale. deniz lahanası. sea lawyer k.dili safsatacı ve daima kusur bulan gemici. sea legs fırtınalı havalarda güvertede dolaşabilme kabiliyeti. sea lettuce denizmarulu, bot. Ulva lactuca. sea level deniz seviyesi. sea lilies denizlaleleri, bot. Crinoidea. sea lion Buyük Okyanus'a mahsus iri ayıbalığı. sea mew martı. sea mile deniz mili. sea monster deniz canavarı. sea moss deniz yosunu; yosuna benzer deniz hayvanı; yeşil rengin birkaç tonu. sea nettle denizısırganı. sea onion adasoğanı, bot. Urginea maritima. sea ooze okyanus dibinde bulunan kemiksi çökelti. sea power donanması güç1ü devlet. sea purse köpekbalığı yumurtasının sert kabuğu. sea robin kırlangıç balığı, zool. Trigla. sea room deniz sahası, manevra sahası. sea rover korsan veya korsan ge misi. sea salt deniz tuzu. sea serpent deniz yılanı, efsanevi bir deniz ejderhası sea urchin denizkestanesi. sea wall deniz sularının basmasına engel olan duvar veya set. a heavy sea kaba dalga, fırtınalı deniz. arm of the sea körfez. a sea of faces insan kalabalığı. at sea denizde; saşkına dönmüş. by sea and land hem denizden hem karadan. follow the sea gemici ol mak. go to sea denizci olmak; deniz yol culuğuna çıkmak. half seas over sarhoş. inland sea iç deniz. on the high seas açık denizlerde, enginlerde. put to sea denize açılmak (gemi).
3D Oyunlar
Türkiye'nin en güzel ve ilk 3d oyun sitesi - 3doyunlar.net
seaboardi., s. sahil, kıyı, yalı boyu; s. kıyıya yakın
seafarings., i. denizcilikle uğraşan; deniz yoluyle seyahat eden; i. deniz yolculuğu; denizcilik.
seagirts. etrafı denizle kuşatılmış.
seagodi. deniz tanrısı, Neptün.
seagoings. açık denize çıkmaya elverişli (gemi).
seali., f. ayıbalığı, fok, zool. Phoca; fok kürkü; f. ayıbalığı avlamak.
seali., f. mühür, damga: teminat, taahhüt; mühürlü mum veya kurşun parçası; f. mühürlemek, mühür veya damga basmak, tasdik işaretini koymak: onaylamak, tasdik etmek; kapamak, yarıklarını doldurmak. seal one's fate yazgısını önceden tayin etmek. sealed orders denize çıktıktan sonra açılmak üzere kaptana verilen kapalı zarf içindeki emir. seal ring mühür yüzüğü. sealing wax mühür mumu, kırmızı balmumu. Great Seal resmi devlet mühürü. under seal mühürlenmiş, mühürlü. under the seal of secrecy gizli tutmak kaydıyle.
seami., f. dikiş yeri, dikiş; tıb. dikiş; derz; iki tahtanın yan yana birleştiği çizgi, bağlantı yeri; den. armuz; jeol. ince maden damarı; yara izi, kırışık; f. dikmek, birbirine dikmek; üzerine yara izi veya çizgi yapmak; ters ilmekle örgü örmek; çatlamak.
seamani. denizci, gemici; deniz eri.
seamarki. gemicilere yol göstermeye yarayan işaret.
seamys. dikişli; çirkin görünüşlü, biçimsiz. the seamy side of life hayatın güçlüklerle dolu tarafı.
seancei. toplantı, oturum, seans; ruh çağırma seansı.
seari. tüfek veya tabanca horozunun emniyet tetiği.
sears., f. kurumuş (yeşillik), kuruyup sararmış; f. çok kurutup yakmak; kızgın tavada çevirmek; yakmak, dağlamak; hissini iptal etmek, körletmek.
searchf., i. araştırmak, aramak; yoklamak, bakmak; dikkatle tetkik ve teftiş etmek, aletle içini muayene etmek; i. arama, araştırma; yoklama, bakma, muayene; teftiş, soruşturma; gemide araştırma yapma. search out araştırıp öğrenmek. search warrant huk. arama emri. in search of aramaya, peşinde. right of search huk. arama hakkı.
searchings. araştırıcı, inceden inceye araştıran; nüfuz eden; keskin searchingly z. arayarak.
seasoni., f. mevsim; süre, müddet, vakit, zaman; uygun zaman; baharat; f. alıştırmak; alışmak; iyice kurutmak; iyice kurumak; lezzet vermek için baharat katmak; keskinliğini veya sertliğini yumuşatmak. hunting season avlanmanın kısıt lanmadığı müddet. in good season tam zamanında. in season kullanılabilir; bulunur; vaktinde, uygun zamanda; huk. avlanılabilir; çiftleşebilir. in season and out of season daimi, her zaman, vakitli vakitsiz. season ticket abonman kartı veya bileti.
seasonables. mevsime göre olan, tam vaktinde olan; tam yerinde veya zamanında yapılan. seasonableness i. mevsimine göre olma, mevsiminde olma. seasonably z. mevsimine göre, mevsiminde, zamanında.
seasonals. bir mevsime mahsus, mevsimlik.
seasoningi. yemeklere lezzet veren baharat; kullanışa uygun hale getirme.
seati., f. oturulacak yer, iskemle, sandalye; insan kıçı; yer, mahal, mevki, kürsü; merkez, konut; meclis veya borsada üyelik hakkı; oturuş; mak. yatak; f. oturtmak, yerleştirmek, yerleşmek; oturacak yer temin etmek; oturacak yerini yenilemek. seat of a disease hastalık yeri veya merkezi. keep one's seat oturduğu yerden kalkmamak; millet meclisinde yerini muhafaza etmek. lose one's seat yerini kaybetmek. take a seat oturmak. Be seated. Oturunuz. The hall will seat fifty people. Salon elli kişiliktir.
seawardi., s., z. deniz yönü; s. denize doğru giden; denizden esen; z. denize doğru.
seawayi. deniz yolu; kaba dalgalı deniz.
seaworthys. denize karşı dayanıklı, denize açılabilir.
sebaceouss., tıb. et yağı gibi, yağa ait; yağ salgılayan. sebaceous gland anat. saç köklerinin altında bulunan ve yağ ifraz eden gudde, yağ bezi.
secs., Fr. sek (şarap).
seckıs., A.B.D. Securities and Exchange Commission tahvil borsasını teftiş eden resmi daire.
sec.kıs. secant, second, secretary, section, Just a sec. k.dili Bir saniye!
secants., i. kateden, kesen; i., geom. sekant.
seccos., i., it. kuru; i. sıva kuruduktan sonra üzerine yapılan duvar resmi.
secedef. çekilmek, ayrılmak (özellikle siyasi veya dini bir örgütten).
secernf. ayırt etmek, tefrik etmek; tb. ifraz etmek.
secessioni. ayrılma, uzaklaşma; b.h.,(A.B.D.) 1860-61'de Güney Eyaletlerinin Birlikten ayrılması. secessionist i. ayrılma taraftarı.
secludef. bir yere kapatıp dışarı salıvermemek, tecrit etmek, ayırmak.
secludeds. ayrılmış; kapalı; bir kenara çekilmiş; ırak; mahfuz, saklı, korunmuş.
seclusioni. inziva, köşeye çekilme; tenhalık.
seconds., i., f. ikinci, sani; bir daha; ikinci derecede, aşağı; müz. ikinci; i. ikinci gelen kimse veya şey; düelloda şahit veya yardımcı; oto. ikinci vites: çoğ. ikinci derecede mal, tapon mal; müz. yan yana olan iki nota arasındaki fasıla; şarkıda ikinci ses; bir teklifi destekleme; f. yardım etmek, ilerletmek, teşvik etmek; parlamentoda bir teklife katıldığını ilân etmek. second best ikinci en iyi. second childhood bunaklık. second class ikinci sınıf veya derece. second fiddle ikinci kemanın çaldığı parça; ikinci derecede olma. second hand saat kadranında saniyeleri gösteren ibre. second lieutenant ask. teğmen. second mile kendine düşenin ötesinde bağışta bulunma. second nature kökleşmiş huylar. second sight önsezi. second thoughts sonradan akla gelen düşünceler. second wind yeniden kazanılan güç veya enerji. second, secondly z. ikinci olarak, saniyen.
secondarys., i. ikincil, tali, ikinci derecede olan, ikinci gelen; sonraki; min. evvelce teşekkül etmiş kaya içinde toplanan taş veya maden kabilinden; elek. tali (cereyan); i. murahhas, delege; yardımcı, muavin; kuş kanadının ikinci mafsalındaki tüy; astr. tali yıldız. secondary accent uzun bir kelimede ikinci derecedeki vurgu. secondary battery elek. akümülatör. secondary consideration ikinci derecede önemi olan mesele. secondary education ortaöğretim. secondary rays röntgen ışınları etkisiyle meydana gelen ışınlar. secondary road tali yol. secondary rocks başka kayalardan veya taş ve madenlerden oluşan kaya veya taş. secondary school orta ve lise seviyesinde okul. secondarily z. ikinci derecede, ikinci olarak secondariness i. ikinci derecede olma.
secondguessf. sonradan fikir yürütmek, iş işten geçtikten sonra düşüncesini soylemek.
secrecyi. sır saklama, sır tutma; ketumluk, gizlilik.
secrets., i. gizli, saklı, hafi, mektum; esrarlı; mahrem; i. sır, gizli şey; anlaşılmaz şey, muamma. secret police gizli polis teşkilatı. secret service hafiye teşkilâtı. secret society gizli cemiyet. an open secret herkesçe bilinen sır. in on the secret sırra vâkıf. keep a secret sır saklamak. secretly z. gizlice, el altından secretness i. gizlilik.
secretaryi. sekreter, özel kâtibe, kâtip, yazman; bakan; bir çeşit yazıhane (kıs. sec., secy., sec'y). secretary bird Güney Afrika'ya mahsus yılan avlayan bir kuş. Secretary of State A.B.D.'nde Dış işleri Bakanı. secretary treasurer i. hem sekreter hem veznedar olan şahıs. honorary secretary fahri vekil veya kâtip. private secretary özel sekreter.
secretef. gizlemek, saklamak; biyol. salgılamak, ifraz etmek.
secretini., tıb. onikiparmak bağırsağında bulunan bir hormon, sekretin.
secretioni., biyol. salgılama, salgı, ifrazat; gizleme, sır saklama, ketumiyet.
secretives. sır saklayan, sıkı ağızlı, ketum; tıb. salgılayan. secretively z. gizliliğe meylederek. secretiveness i. gizlilik, gizliliğe meyletme.
secretorys., tıb. vücutta sıvı madde hasıl eden, ifrazi.
secti. fırka, mezhep; aynı meslek taraftan kimseler.
sectarians., i. mezhep veya fırkaya ait; i. bir mezhep veya fırkanın bağnaz üyesi. sectarianism i. fırka veya mezhep usulü veya aşırı taraftarlığı.
sectaryi. mezhep taraftarı; Anglikan kilisesine bağlı olmayan kimse.
sectioni., f. kesme, kesiş; kesilme, inkıta; kıta, parça, bölük, fasıl, kısım, bölge; A.B.D.,nde hükümetin malı olan 1 mil kare büyüklüğünde toprak parçası; yataklı vagonda kompartıman; geom. kesit; bir şeyin mikroskopla muayene edilen ince dilimi, kesit; f. kısımlara ayırmak veya bölmek, kısım kısım kesmek.
sectionals. bir bölüme ait; bir bölgeye ait. sectionalism i. bölgecilik.
sectori., geom. daire dilimi daire kesmesi, sektör; açılır kapanır bir rasat aleti; ask. mıntıka.
seculars., i. dünyevi, cismani; layik, dini olmayan, ruhani olmayan; manastır sistemine bağlı olmayan; yüz yılda bir vaki olan, asırlık; asırlarca süren; i. mahalle papazı. secularly z. layikçe.
secularismi. cismanilik, dini mahiyeti olmayan işlerle meşguliyet; layiklik secular'ity i. cismanilik, dünyevilik.
secularizef. layikleştirmek, dünyevileştirmek. seculariza'tion i. manastır sisteminden kurtarma; vakfı mülke çevirme; dini tesirden uzaklaştırma, layikleştirme, layikleştirilme.
secunds., bot., zool. bir taraflı, tek yanlı.
secundinei., bot. örtü (tohum taslağmda), integüment; çog, tıb. meşime, son.
secures., f. emin, korkusuz, tehlikeden uzak; kaygısız, şüphesiz; emniyetli, muhafazalı; f. korumak, emniyet altına almak; tehlikeden masun kılmak; sağlamlaştırmak, bağlamak; iyice kapamak; ele geçirmek, bulmak. securely z. emniyetle; sımsıkı secureness i. sağlamlık, emniyetlilik.
securityi. emniyet, güvenlik; korkusuzluk; kefalet, teminat; rehin, emanet, depozito; kefil; emniyet tedbirleri; çoğ. tahviller, senetler. Security Council Güvenlik Konseyi. security risk A.B.D. devlet memuriyetinde veya milli güvenliği ilgilendiren bir işte çalışması uygun görülmeyen şüpheli şahısı
sedaniı iki veya dört kapılı olup, ön ve aka koltukları bulunan kapaılı otomobil; sedye. sedan chair tahtırevan.
sedates. temkinli, vakarlı, sakin, ağır başlı; uslu, akıllı. sedately z. vakarla, ağır başlılıkla, sükunetle. sedateness i. vakar, ağır başlılık, sükunet.
sedationi. (ilaç1a) teskin etme, yatıştırma.
sedatives., i. teskin edici, müsekkin, yatıştırıcı;i., tıb. yatıştırıcı herhangi bir şey.
sedentarys. dışarı çıkmayan, daima oturarak vakit geçiren; seyyar olmayan, sabit; bir yerde yerleşmiş olan, yerleşik, sakin; zool. bir yere yapışık. sedentarily z. yerleşik olarak. sedentariness i. yerleşik oluş.
sedgei. ayak otu, bot. Carex romans sweet sedge eyir otu, bot. Acorus calamus. sedgy s. ayak otuyla dolu.
sedimenti. tortu, posa, telve, çökel; jeol. su dibinde biriken şey, çöküntü
sedimentarys. çökmüş çamur ve posa nev'inden, tortulu. sedimenta' tion i. posa veya tortu birikmesi, çökelme.
seditioni. fesat, fitne; kargaşalık; isyana teşvik.
seditiouss. fitneci, arabozucu, müfsit, fitne çıkaran; ayaklandıran. seditiously z. müfsitçe; ayaklandıracak şekilde seditiousness i. fitnecilik; hıyanet eğilimi.
seducef. ayartmak, azdırmak, ifsat etmek, baştan çıkarmak; namusuna leke sürmek, iğfal etmek. seducement i. iğfal, ifsat, ayartma, baştan çıkarma seducer i ayartan adam iğfal eden adam. seducible s. baştan çıkarılabilir, azdlrılabilir, iğfal edilebilir.
seductioni. iğfal, ifsat, ayartma, baştan çıkarma, namusuna leke sürme; baş tan çıkarıcı şey.
seductives. ayartıcı, çekici seductively z. ayartarak seductiveness i. ayartma, baştan çıkarma.
sedulouss. gayretli, sebatlı, vazi eşinas sedulously z. sebatla, azimle sedulousness i. sebat, azim, vazifeşinaslık.
sedumi. damkoruğu, kayakoruğu, bot. Sedum.
seei. piskoposluk. Holy See Papalık.
seef. (saw, seen) görmek; anlamak, farkına varmak; bakmak, dikkat etmek; görüşmek, kabul etmek; tecrübesi olmak, tecrübe ile öğrenmek; geçirmek. see about icabına bakmak, bir yolunu bulmaya çalışmak. see a thing through bir işi başarmak, tuttuğunu koparmak. see daylight güç bir durumdan kurtulmayı sağlayacak ilk çareyi görmek. see double şeşi beş görmek, biri iki görmek. see eye to eye aynı fikirde olmak, her hususta anlaşmak. see into nüfuz etmek, kavramak. see in the New Year yeni yılı karşılamak. see life tecrübelerle hayatı anlamak. see one off geçirmek, yolcu etmek, uğurlamak. see one out birini kapıya kadar geçirmek. see one's way çaresini bulmak. see one through birine sıkıntısını atlatana kadar yardım etmek. see red çok öfkelenmek, gözünü kan bürümek. see service hizmet görmek. see something out bir şeyi sonuna getirmek, bitirmek. see stars başına vurulma sonucunda gözünün önünde yıldızlar uçuşmak. see the doctor doktora görünmek. see the light bir şeyin aslını anlamak. see through one bir kimsenin zihninden geçenleri keşfetmek. see to it icabına bakmak. See ya! (argo) Baybay ! See you later şimdilik Allah'a ısmarladık. Görüşürüz. As far as I can see. Bana kalırsa. It has seen better days Artık eskidi. Let me see. Bakayım. Dur bakalım. Düşüneyim. This much food will see us through this journey. Bu kadar yemek bu seyahati çıkarır. You see... yani, işte; Gördün mü?
seedi., s., f. tohum; çekirdek; asıl, kaynak, mebde, menşe; zürriyet, evlât; meni; ersuyu, sperma; istiridye tarlasına yerleştirilmeye elverişli istiridye yavruları; s. tohumluk; f. tohum ekmek; tohumu veya çekirdeği çıkarmak; tohum vermek, tohumunu dökmekseed cake susamlı veya çöreotlu çörek. seed corn tohumluk mısır. seed leaf tohumdan ilk çıkan yaprak. seed oyster istiridye yavrusu. seed pearl ufak inci. seed plot bahçede tohumluk tarh, fidelik. seed vessel tohum kapçığı. yellow seed yaban teresi, horozcuk, bot. Lepidium campestre. go to seed tohuma kaçmak; kuvvetten düşmek, zayıflayıp bunamak. raise up seed zürriyet hâsıl etmek. seed down çimen tohumu ekmek.
seedsmani. (çoğ. -men) tohumcu, tohum satıcısı.
seedys. içine tohum katılmış; tohuma kaçmış; kılıksız; keyifsiz. seedily z. tohuma kaçmış bir şekilde. seediness i. tohuma kaçma
seekf. (ought) aramak, araştırmak; çabalamak. seek out arayıp bulmak.
seemf. görünmek, gözükmek; gibi gelmek. I can,t seem to solve this problem. Bu meseleyi çözebileceğimi zannetmiyorum. I seem to hear. işitir gibi oluyorum. it seems as if veya as though sanki, galiba, imiş gibi. it seems best. en iyisi. It seems that he is well. iyi gibi görünüyor. It would seem. gibi görünüyor.
seemings., i. görünüşte; i. dış görünüş, aldatıcı görünüş. seemingly z. görünüşte, zahiren, guya.
seemlys., z. yakışık alır, munasip uygun; z. yakışık alır bir surette. seemliness i. uygunluk, munasip oluş, yakışık alma.
seepf., i. sızmak; i. sızıntı yeri, kaynak. seep'age i. sızıntı.
seeri. gören kimse; gaipten haber veren kimse, peygamber, kahin.
seersuckeri. gofre kumaş, çizgili ve üstü pürtüklü ince dokuma.
seesawi., s., f. tahterevalli; ileri geri hareket; iniş çıkış; s. aşağı yukarı (hareket); f. aşağı yukarı sallanmak, çöğünmek.
seethef. haşlamak kaynatmak; sıvıya batırmak; hırslanmak. a seeth'ing crowd karınca gibi kaynaşan bir kalabalık.
segmenti., f. kesilmiş parça, parça, bölüm, kısım, dilim; geom. daire kesmesi kesme, kürenin kesilmiş kısmı; zool. bölüt; f. kısımlara ayırmak. segment of a circle geom. kesme, daire kesmesi. segmen'tal segmentary s. kısma ait segmenta'tion i. bölme veya bölünme; biyol. bir hücrenin birçok hücrelere bölünmesi.
segnoi., müz. işaret, tekrar işareti.
segregatef., s. ayırmak, tefrik etmek, ayırıp bir araya top lamak; s. ayrılmış. segrega'tion i. fark gözetme, ayrı tutma, ayrım, tefrik. segrega'tionist i. ırk ayrımı taraftarı.
seicentoi., güz. san. İtalya'da on yedinci yüzyıl.
seichei. bir gölde su seviyesinin ritmik bir şekilde değismesi.
seignior, seigneuri. senyor; derebeyi, efendi. seign'iorage i. eski den krallar tarafından alınan sikke vergisi.
seigniorials. derebeyine ait. seigniory i. derebeylik, beylik; derebeyi malikânesi.
seinei., f. büyük balık ağı, serpme (ağ); f. serpme ile balık avlamak.
seisef., huk. müsadere etmek, haczetmek, el koymak, bak. seize.
seismi. yersarsıntısı, zelzele, deprem.
seismometeri. sismometre, yersarsıntılarının süre, şiddet ve yönünü kaydeden alet.
seizef. tutmak, yakalamak; zaptetmek, müsadere etmek, gaspetmek; kavramak, iyice anlamak; den. sicim sarıp bağlamak; takılmak, dönememek.
seizini., huk. temellük, mülk edinme, tasarruf.
seizurei. yakalama, zapt, haciz, müsadere, el koyma; nöbet.
seldomz. nadiren, pek az, seyrek.
selects., f. seçme, seçilmiş, seçkin, mümtaz, güzide, üstün; seçmesini bilen, titiz, ince eleyip sık dokuyan; f. seçmek, ayırmak, intihap etmek. selectness i. seçkinlik.
selecteei.,( A.B.D.) askere çağrılan kimse.
selectioni. ayırma, ayrılma seçme seçilme: seçme şeyler; biyol. sağlam veya kuvvetlileri yaşatıp zayıfları imha eden tabiat kanunu.
selectives. ayıran seçici; telsiz telgrafta birkaç haberi bir arada gönderme sistemine ait. selective service (A.B.D.) kura ile askerlik.
selectmani. A.B.D.'nin bazı eyaletlerinde belediye meclisi üyesi.
selectori. seçen aygıt veya kimse; mak. idare kolu.
selenographyi. ay yüzeyinin tarif ve resimlendirilmesi, ay haritacılığı.
selenologyi. astronomide ay bilgisi. selenologist i. bu ilmin uzmanı.
selfi. (çoğ. -selves) s. kişi, öz, zat, şahıs; kendi, nefis, şahsi menfaat; özellik, hususiyet, şahsiyet; s. zati, şahsi; aynı.
self-(önek) kendi, kendinden, kendini; öz, özün; otomatik.
selfabusei. kendini aşağılama; suiistimal; istimna.
selfassertives. kendi fikrinde ısrar eden, kendini empoze eden, kendini zorla kabul ettiren.
selfcontaineds. düşüncelerini başkasına söylemeyen, ağzı sıkı; kendine hakim olan; kendi kendine yeten; gerekli kısımları kapsayan.
selfesteemi. öz saygısı, izzetinefis, onur, haysiyet; hodpesentlik, kendini beğenme, gurur.
selfevidents. aşikâr, açık, belli, ortada olan, meydanda olan.
selfhelpi. kendi kendine yetme, başkasına muhtaç olmadan kendi başına yapabilme.
selfimportancei. kendine fazla önem verme, kendini fazla yüksek görme.
selfishs. egoist, bencil. hodbin selfishly z. bencilce egoistçe. selfishness i. egoistlik, bencillik, hodkamlık.
selflovei. kendini beğenme; kendi çıkarını düşünme.
selfmades. kendini yetiştirmiş, kendi kendine adam olmuş.
selfpityi. kendini zavallı hissetme, kendi kendine aclma.
selfsufficients. kendine güvenen; kendi kendine yeten, başkasına muhtaç olmayan.
sellf., (sold) i. satmak; satışıyle meşgul olmak; satışım artırmak; k.dili beğendirmek; (argo) aldatmak, kazıklamak; satılmak; satışta rağbet görmek; beğenilmek; i. hile, aldatma, oyun. sell like wildfire çok satılmak, kapışılmak. sell off her şeyini satıp bitirmek, tasfiye etmek, elden çıkarmak. sell out hissesini satmak, bütün malını satmak; (argo) şahsi çıkar için ele vermek, satmak. sell short henüz elde olmayan malı ileride teslim etmek üzere satmak; itimatsızlık göstermek; desteklemek. sell up İng. borçlunun malını satıp parasını almak.
selleri. bayi, satıcı; satılabilecek bir şey. best seller en çok satılan (kitap).
sellouti. elden çıkarma, elde bulunanı satma; k.dili kapalı gişe; (argo) gizli bir anlaşma yoluyle ihanet.
seltzeri., Seltzer water maden sodası.
sem.kıs. Semitic, Seminary.
semanticsi., dilb. anlambilim, semantik. semantic s. anlamsal.
semaphorei., f. semafor; f. semaforla konuşmak.
semasiologyi. işaretlerle anlamları arasındaki ilişki ilmi.
sematics. işaret eden; biyol. tehlikeyi belirten (zehirli veya tehlikeli hayvanların renkleri gibi).
semblables., i. benzer, müşabih; görünüşte olan; i. başkasına benzeyen şey, eş.
semblancei. suret, şekil; benzerlik, müşabehet; görünüş.
semeni. meni, sperma, ersuyu.
semesteri. üniversitede ders yılının yarısı, sömestr.
semi-(önek) kısmen, yarı, yarım; iki defa olan.
semiannuals., i. altı aylık, altı ayda bir olan; i. altı ayda bir çıkan yayın.
semibrevei., müz., İng. tam nota, dörtlük nota, yuvarlak nota.
semicentennials., i. elli yıla ait, elli senede bir olan; i. ellinci yıldönümü.
semifinali., s. finalden önceki yarış; s. finalden önceki. semifinalist i. finalden önceki yanşta oynayan kimse.
seminals. meni kabilinden, spermalı, tohum cinsinden; yeni ufuklar açan; gelişmemiş.
seminaryi. ilâhiyat fakültesi; genç kızlar için genel kültür veren yüksekokul. seminar'ian i. böyle bir okulda tahsil gören veya görmüş kimse.
semiologyi. işaretler ilmi; işaretlerle konuşulan dil; tıb. araz ilmi.
semiotics. işaretlere veya işaretler ilmine ait; hastalık arazına ait.
semiprivates. yarı özel. semiprivate room hastanede iki, üç veya dört yataklı oda.
semiquaveri., İng., müz . on altılık nota, iki çengelli nota.
semitics. Sami; Sami dillerine ait. Semitics i. Sami kavimlerinin tarih, dil ve edebiyatını inceleyen ilim. Semitic languages Sami dilleri.
semitismi. Sami dili veya adetleri; Yahudi taraftarlığı.
sempiternals. ebedi baki daimi. sempiternity i. ebediyet, sonsuzluk.
senkıs. senate, senator, senior.
senatorials. senatoya ait; senatorce; senatörlerden oluşan.
sendf. (sent) göndermek, yollamak; fırlatmak, atmak; sağlamak, bahşetmek; (A.B.D.),( argo) sevinçten coşturmak. send about one's business yol vermek, kovmak. send away kovmak, uzaklaştırmak. send back geri göndermek, iade etmek. send down (İng.) üniversiteden ihraç etmek send for aratmak, çağırtmak; biriyle ıs- marlamak send forth yaymak, neşretmek, çıkartmak. send in içeri göndermek; sunmak, arzetmek, takdim etmek. send off yollamak; uğurlamak, yolcu etmek. send out göndermek, dışarı göndermek; dağıtmak, neşretmek. send packing pılı pırtıyı toplatıp kovmak. send up k.dili hapis cezası vermek. send word haber göndermek. The telegram sent the household into a dither Telgraf evdekileri şaşkına çevirdi. send'er i. gonderici.
sendf., i. dalga kuvvetiyle hareket etmek; i. dalga kuvveti, dalga itilimi.
sendali. ortaçağda kullanılan ince bir ipekli kumaş.
sendoffi. yollayış; başlatma; teşvik; veda yemeği.
senescencei. yaşlılık, ihtiyarlık. senescent s. yaşlanan, ihtiyarlayan.
seneschali. ortaçağda derebeyi kethüdası veya teşrifatçısı.
seniles. ihtiyarlığa mahsus; bunak.
senilityi. ihtiyarlık, yaşlılıktan ileri gelen zafiyet, bunaklık.
seniors., i yaşça büyük (baba ile oğul aynı ismi taşıdıkları zaman babanın ismine eklenir, kıs. Sen. veya Sr.); kıdemli; i. yasça daha büyük adam, kıdemli kimse; son sınıf öğrencisi. senior citizen (A.B.D.), ( Kanada) yaşlı kimse. senior high school (A.B.D.) on, on bir ve on ikinci sınıfların karşılığı olan okul, lise. seniority i. yasça büyüklük, kıdemlilik; kıdem.
sennai. sinameki, bot. Cassia; sinamekinin iç sürdürücü olarak kullanılan yaprakları.
sennai. çok ince dokunmuş ufak Acem halısı.
senneti., tiyatro eskiden oyuncuların sahneye giriş veya çıkışlarını belirten boru sesi.
senori. (çoğ. senores) İsp. bay.
senorai., İsp. bayan (evli kadın ).
sensationi. duyu duygu, his, seziş; duyarlık; hayret verici şey, heyecan uyandıran olay, sansasyon.
sensationals. duygusal, hissi; heyecanlı, merak uyandırıcı, sansasyonel.
sensationalismi., fels. duyumculuk; heyecan uyandırıcı yöntemlere baş vurma, sansasyonalizm; iyiliği duygulara bağlı olarak değerlendirme kuramı. sensationalist i. sansasyonalist.
sensei., f. duyu, his; gen çoğ. akıl, dirayet, zeki, muhakeme; şuur; fikir, karar, düşünce; anlam mana, meal, mefhum; f. idrak etmek, sezmek; k.dili anlamak. sense impression duyunun dimağa yaptığı etki, sezgi. sense organ duyu organı. sense perception duyum. bring one to his senses bir kimsenin aklını başına getirmek. common sense aklı selim, sağduyu .in a sense bir anlamda, yani. in one sense bir anlamda, bir taraftan. keen sense keskin duyu. make sense anlamı olmak; makul olmak. make sense out of mana cıkarmak. out of his senses aklı başından gitmiş, çıldırmış. sixth sense altıncı his. take the sense of a meeting bir toplantıya hakim olan genel fikri anlamak, nabız yoklamak. the five senses beş duyu.
senselesss. duygusuz, hissiz, donuk; akılsız; saçma, anlamsız, manasız; baygın. senselessly z. manasızca, anlamsız olarak. senselessness i. şuursuzluk; saçmalık.
sensibilityi. hassasiyet, duyarlık, seziş inceligi; çoğ. aşırı hassasiyet; anlayış.
sensibles. makul, akla uygun; hissedilir, sezilir, farkına varılır; hisseden; hassas, duygulu, etkilenebilir, ince sezişli; anlayıslı, akıllı. sensibleness i. makul oluş . sensibly z .makul bir şekilde, hissedilir şekilde.
sensitives. hassas, duygulu, duyar, duygun; içli, alıngan; duygusal; kim. çabuk muteessir olan; bot. dokunulunca çabuk solan veya bozulan, duyulu. sensitive plant kustumotu bot. Mimosa pudica sensitively i. hassasiyetle sensitiveness, sensitiv'ity i. duyarlık, hassasiyet, hassaslık.
sensitizef., foto. (kağıt, filim) hassas hale getirmek; tıb. hassas duruma getirmek.
sensitometeri., foto. filim. veya levhanın hassaslık derecesini ölçme aleti.
sensori., s. alıcı alet; s. sezici, alıcı.
sensuals. şehvani, şehvete ait; tensel, duyusal; duyumculukla ilgili. sensually z. şehvani bir şekilde.
sensualismi. şehvet düşkünlüğü; fels. duyumculuk; güzellik kavramında baş rolü duyuların oynadığını kabul eden kavram.
sensuous(s.) hislere hitap eden, duyumsal, hislere ait, hissi. sensuously (z.) hislere hitap ederek. sensuousness (i.) duygusallık.
sentence(i.), (f.) cümle, tümce; (huk.) ilâm, karar, hüküm; (f.) mahkum etmek, hakkında hüküm vermek. complex sentence girişik cümle. compound sentence bileşik cümle. simple sentence yalın cümle.
sententious(s.) anlam ifade eden, manalı, vecize kabilinden, anlamlı sözlerle dolu; tumturaklı, ağır (ifade, ibare). sententiously (z.) vecize kabilinden. sententiousness (i.) vecizeli oluş.
sentience(i.) sezgililik; duygululuk; bilinçlilik; sezgi, sezi.
sentient(s.), (i.) sezgili; duygulu, duygun; (i.) duygulu kimse; akıl. sentiently (z.) duyarak, hissederek.
sentiment(i.) his, duygu, seziş; his inceliği, aşırı hassasiyet; (gen.) (çoğ.) fikir, düşünce; mütalaa.
sentimental(s.) hissi, hislerin etkisiyle yapılan; hassas, duygusal, içli. sentimentalism (i.) aşırı duygusallık. sentimentalist (i.) hislerine fazla kapılan kimse. sentimentally (z.) hissi bir şekilde.
sentinel(i.), (f.) nöbetçi, gözcü; (f.) gözetlemek, nöbet beklemek; nöbetçi koymak.
sentry(i.) nöbetçi, nöbetçi asker. sentry box nöbetçi kulübesi.
sepal(i.), (bot.) çanak yaprağı, sepal.
separable(s.) ayrılabilir, tefrik edilebilir. separabil'ity, separableness (i.) birbirinden ayrılabilme. separably (z.) ayrılır surette, tefrik edilebilir şekilde.
separate(f.), (s.) ayırmak, tefrik etmek; bölmek; arasında bulunmak; aradaki bağlantıyı kesmek; ayrılmak, tefrik olunmak; ayrı bir cisim teşkil etmek; (s.) ayrı, ayrılmış, müstakil. be separated (huk.) ayrı yaşamak, ayrılmak. separately (z.) ayrı ayrı, başka başka, bağlantısız olarak. separateness (i.) ayrılık. separation (i.) ayrılık, ayrılma, ayırma; (huk.) ayrı yaşama. separatist (i.) asıl kiliseden veya siyasi partiden ayrılma taraftarı, bağımsızlık yanlısı. separator (i.) ayırıcı, ayırma cihazı; krema makinası.
sepia(i.) sepya; mürekkepbalığı.
sepoy(i.) Hintli asker, İngiliz ordusuna mensup Hintli asker.
sepsis(i.), (tıb.) kana mikrop ve toksin karışması, septisemi.
sept(i.) uruk, kabile (özellikle eski İrlanda'da); (sosyol.) (boy.).
septönek, (Lat.) yedi, yedinci.
septate(s.) bölmeli, bölme ile bölünmüş.
septembrist(i.) Paris'te 26 eylül 1792 katliamına katılan kimse.
septenary(s.), (i.) yediden ibaret, yedi sayısına ait, yedi yılda bir olan veya görülen, yedi yıl süren; (i.) yedi sayısı; yedi kişi veya şey.
septennial(s.) yedi yıl süren, yedi yılda bir olan veya görülen. septennially (z.) yedi yılda bir.
septette(i.) yedili grup veya takım; (müz.) yedi sesle söylenen veya yedi çalgı ile çalınan parça.
septic(s.), (i.), (tıb.) mikrop veya toksinden hâsıl olan; bulaşık, mikroplu; (i.) kan zehirlenmesi meydana getiren madde. septic tank fosseptik.
septicidal(s.), (bot.) ek yerlerinden bölünen veya ayrılan, zardan ayrılan.
septillion(i.) Amerikan ve Fransız usulüne göre 24 sıfırlı sayı; İngiliz usulüne güre 42 sıfırlı sayı.
septuagint(i.) Eski Ahit kitabının MÖ 270'de başlanılan Yunanca tercümesi.
septum(i.) (çoğ. ta) (biyol.) bölüm, septum.
septuple(s.), (f.) yedi kat; (f.) yediyle çarpmak.
sepulchral(s.) mezara ait; kasvetli; mezardan geliyor gibi (ses).
seq.(kıs.) sequel; sonra gelen, arkası, müteakıp.
sequacious(s.) başkasına tabi olma eğiliminde olan; tutarlı, uygun.
sequel(i.) devam; son, sonuç, netice.
sequela(i.) (çoğ. Iae) (Lat.), (tıb.) bir hastalığı izleyen anormal durum.
sequence(i.) ardışıklık; ardıllık, bir birini izleme; sıra, düzen; seri; sonuç, etki; (müz.) ardıllık, artardalık.
sequent(s.), (i.) ardışık, ardıl, birbirini izleyen; (i.) sonuç, netice, etki. sequen'tial (s.) seri meydana getiren; ardışık. sequentially (z.) sonucu olarak, neticesinde.
sequester(f.) ayırmak, tecrit etmek; (huk.) haczetmek, el koymak, müsadere etmek. sequester oneself tenha bir yere çekilmek. sequestrate (f.) el koymak; kamulaştırmak. sequestra'tion (i.) zapt, müsadere, el koyma; inziva, köşeye çekilme.
sequestrum(i.) (çoğ. tra) (tıb.) nekroza uğramış kemik.
sequin(i.) eski Venedik Cumhuriyetinin altın sikkesi; pul, payet.
sequoia(i.) sekoya, (bot.) Sequoia.
seraglio(i.) saray; harem dairesi. the Seraglio Topkapı Sarayı.
serai(i.) kervansaray; saray.
seraph(i.) (çoğ. phim) en yüksek melekler sınıfından biri. seraphic(al) (s.) meleğe ait, melek gibi, çok güzel. seraph'ically (z.) melek gibi.
serb(i.), (s.) Sırp, Sırplı; Sırp dili; (s.) Sırp.
serbia(i.) Sırbistan. Serbian (s.), (i.) Sırbistan'a ait; (i.) Sırplı; Sırpça.
serein(i.), (meteor.) tropikal bölgede güneş batmasından hemen sonra bulutsuz gökten yağan çisenti.
serenade(i.), (f.), (müz.) serenat; serenat müziği; (f.) serenat çalmak veya söylemek.
serene(s.) berrak, açık, sakin; yüce, âli. His Serene Highness Zati Samileri (Avrupa'da prensler için kullanılan bir unvan). serenely (z.) sakince, sükunetle.
serf(i.) toprağa bağlı köle, serf. serf'age, serf'dom (i.) serflik, kölelik.
serge(i.) serj, yünlü kumaş; şayak.
sergeant , (ıng.) serjeant(i.), (ask.) çavuş; komiser muavini; (İng.) eski yüksek davavekilii sergeant at arms parlamentoda güvenlik görevlisi. sergeant major başçavuş.
serial(s.), (i.) seri halinde olan; tefrika halinde yayımlanan, devamı olan; (i.) tefrika. serial number seri numarası. serially (z.) tefrika halinde. serialize (f.) tefrika halinde yayımlamak.
seriatim(z.) birer birer, sıra ile, seri halinde.
sericeous(s.) ipek gibi, atlas gibi; (bot.) üIgerli.
sericulture(i.) ipekböcekçiliği, ipekçilik. sericul'turist (i.) ipekböceği yetiştiricisi.
seriema(i.) Brezilya ve Paraguay'a özgü kariyama denilen kuş, (zool.) Cariama cristata.
series(i.), tek ve (çoğ.) sıra, silsile, seri, dizi. in series sıra halinde, arka arkaya. series winding (elek.) seri sargısı, dizi sargısı.
serif , ceriph(i.), (matb.) harfin altında veya üstünde bulunan ince çizgilerden biri.
serigraph(i.) dokuma veya kâğıt ve derinin kuvvet ve esnekliğini öIçen aygıt.
serin(i.) kanarya, (zool.) Serinus canarius.
seringa(i.) Brezilya'da yetişen kauçuk ağacı.
serious(s.) ağır, temkinli, aklı başında, vakarlı, ciddi, ağırbaşlı; gerçek, hakiki; önemli; tehlikeli, vahim. seriously (z.) cidden, ciddi olarak. seriousness (i.) ciddiyet.
sermon(i.) vaız, dinsel öğüt, hutbe; nasihat, ihtar. sermonette (i.) kısa vaız. sermon'ic (s.) va'za uygun, vaız kabilinden. sermonize (f.) uzun uzadıya nasihat vermek.
seroönek seromla ilgili.
serology(i.) serom ve tesirlerinden bahseden ilim.
serous(s.) seroma ait, seroma benzer, serom meydana getiren. serous membrane yürek zarı, karınzarı.
serpent(i.) yılan; iblis; yılan gibi hain adam; eskiden kullanılan yılankavi bir nefesli çalgı.
serpentine(s.), (i.) yılankavi, yılan gibi kıvrılan; (i.) yılantaşı.
serpigo(i.), (tıb.) vücuda yayılan herhangi bir cilt hastalığı. serpiginous (s.), (tıb.) cilt hastalığı olan, yayılan.
serrate , serrated(s.) testere dişli (yaprak), serrat. serra'tion, serrature (i.) testere gibi dişli oluş, testere dişi.
serum(i.) (çoğ. s, ra) serom.
serval(i.) Afrika'ya özgü siyah benekli ve uzun bacaklı yaban kedisi, (zool.) Felis serval.
servant(i.) hizmetçi, uşak; köle, kul; besleme, yanaşma. servant boy uşak. servant girl hizmetçi kız. fellow servant kapı yoldaşı. public servant memur, devlet memuru. your humble servant, your obedient servant bendeniz, kulunuz.
serve(f.), (i.) hizmet etmek, hizmetini görmek, hizmetkarı olmak; yardım etmek; kulluk etmek; tapmak; emrini yerine getirmek; müşteriye bakmak; servis yapmak; işe yaramak, işine gelmek, işini görmek; uygun olmak; yetişmek, elvermek, kâfi gelmek; doldurup ateşlemek (top); tebliğ etmek; müddetini tamamlamak; (hapis cezası) çekmek; (erkek hayvan) çiftleşmek; spor servis atmak; (i.), tenis oyun başlangıcında topa vurma. serve a summons celpnameyi eline vermek. It serves him right ! Oh olsun ! Yapmayaydı. Önceden düşüneydi. Söz dinleseydi. Ettiğini buldu. serve notice hizmetinden çıkacağını bildirmek. serve out dağıtmak, taksim etmek. serve time hapis cezasını çekmek. serve up sofraya koymak (yemek), servis yapmak.
server(i.) hizmetçi; servis atan oyuncu; tepsi.
service(f.) bakımını sağlamak, onarmak; teçhizatını tamamlamak; yardım etmek; (erkek hayvan) çiftleşmek.
service(i.) hizmet, görev; iş; merasim, tören, ayin, ibadet; askerlik; yarar, fayda, yardım; çay takımı; (huk.) tebliğ; memuriyet, resmi iş; spor servis. service book dua kitabı. service cap asker veya subay kasketi. service court spor servis atılırken topun içine düşmesi gereken alan. service line spor servis çizgisi. service station benzin istasyonu. service stripe bir asker veya memurun hizmet süresini gösteren kol şeridi, kolçak. service tree üvez, (bot.) Sorbus domestica. service uniform askeri elbise, üniforma. active service askerlik hizmeti. at your service emrinize amade. be of service yardımı dokunmak, yardım etmek. civil service devlet memurluğu. diplomatic service dışişleri teşkiIâtı. jury service jüride çalışma görevi. on active service (ask.) fiili görevde. public service kamu hizmeti. secret service gizli polis teşkilatı. see service hizmet görmek. take service with hizmetine girmek.
serviceable(s.) işe yarar, elverişli, kullanışlı, faydalı, yararlı, lüzumlu; hizmete alışkın, dayanıklı. serviceableness (i.) fayda, yarar, kullanışlılık. serviceably (z.) faydalı bir surette.
servile(s.) alçak, gurursuz, hakir, aşağılık; köleye veya hizmetçiye ait; köleye yakışır, köle olarak kullanılan. servilely (z.) köle gibi. servileness, servility (i.) gurursuzluk.
servitude(i.) kulluk, kölelik; ceza olarak verilen iş mahkumiyeti; (huk.) irtifak hakkı.
sesame(i.) susam, (bot.) Sesamum indicum. sesame oil susam yağı, tahin.
sesamoid(s.) (i.) (anat.) susam şeklindeki, susamsı; (i.) susamsı kemik.
sessile(s.), (bot.) sapsız yaprak gibi doğrudan doğruya yapışık olan, sesil; (zool.) yerleşmiş.
session(i.) toplantı süresi; celse, oturum; toplantı; bazı kiliselerde idare heyeti.
sesterce(i.) bir çeyrek dinar kıymetinde eski bir Roma sikkesi.
sestet(i.) sonenin son altı mısraı; (müz.), (bak.) sextet.
set(i.) duruş, oturuş; batma, batış, gurup; akıntı veya rüzgarın yönü; fide; testere dişlerinin çaprazlanması; meyil, eğilim temayül; mizanpli; tenis set; briç yenilgi. set square gönye. a dead set engel, mâni; av köpeğinin avı göstermesi.
set(i.) takım, grup, klik; seri; tiyatro dekor, stüdyo düzlüğü; (sin.) set; televizyon veya radyo alıcısı; (mat.) dizi. a set of teeth diş takımı. dinner set sofra takımıi the fast set hızlı yaşayanlar grubu.
set(s.) belirli, muayyen; ayarlanmış; adetlere uygun; yerleşmiş; aynı, basmakalıp; verilmiş; değişmez; hazır; düzenli, muntazam.
set(f.) (set, ting) koymak, yerleştirmek; batmak, kaybolmak; kuluçkaya yatırmak, kuluçka makinasına koymak; pekiştirmek; dondurmak, katılaştırmak; kurmak, ayarlamak; hazırlamak; doğrultmak, kırık veya çıkığını yerine oturtmak; yön vermek; kakma işi yapmak; bahse girişmek; (saç) sarmak, mizanpli yapmak; (müz.) bestelemek; tayin etmek; donatmak, tanzim etmek; bulup yerini göstermek (av köpeği); (matb.) dizmek, tertip etmek; dikmek (fidan); pekişmek, katılaşmak, donmak; yönelmek. set about başlamak, girişmek, koyulmak, teşebbüs etmek. set afloat yüzdürmek. set against mukayese etmek, tartmak; kışkırtmak, aleyhine çevirmek. set apart bir kenara ayırmak, ayrı koymak; ayırmak, tahsis etmek. set a price on someone's head aranılan bir kimsenin kellesine fiyat biçmek. set aside bir tarafa koymak; lağvetmek, feshetmek, iptal etmek; kenara bırakmak. set at ease yatıştırmak, teskin etmek, rahatlatmak, sıkıntısını gidermek. set at large serbest bırakmak. set at naught hiçe saymak. set at work işe başlatmak. set back geri bırakmak, geri almak, ilerlemesini engellemek. set back on one's heels şaşkına çevirmek. set before önüne koymak, göstermek, anlatmak, arzetmek. set bread hamura maya katmak ve dinlendirmek. set by bir kenara koymak, ilerisi için saklamak. set by the ears boğuşmak. set down indirmek, yere koymak; yazmak, kaydetmek; alçaltmak, kibrini kırmak. set eyes on görmek; göz koymak. set fire to tutuşturmak, ateşe vermek. set foot in (bir yere) ayak basmak. set forth zikretmek, beyan etmek, meydana koymak, ileri sürmek; yola koyulmak. set forward ileri koymak, ilerletmek. set free serbest bırakmak, salıvermek. set in başlamak; sahile doğru esmek, sahile doğru ilerlemek (met). set in order sıraya koymak, düzeltmek. set loose başıboş bırakmak, serbest bırakmak, salıvermek. set off ayrı koymak; etkilemek; yola çıkmak; fitillemek; göstermek; belirginleştirmek, süslemek. set on saldırtmak, kışkırtmak; üzerine koymak. set on edge kamaştırmak (diş); sinirlendirmek. set on end dikmek, dikine koymak. set on fire tutuşturmak, ateşe vermek. set on foot başlatmak. set one's cap for (k.dili) kancasını takmak, birinin peşini bırakmamak (evlenmek maksadıyle). set one's heart on ele geçirmeye veya yapmaya azmetmek. set out yola çıkmak, koyulmak, başlamak; sınırlarını belirtmek; yaymak, göz önüne sermek; resmetmek; daldırmak (fidan). set out for yola çıkmak. set out on başlamak. set out to e kalkışmak, e koyulmak. set over mesuliyeti yüklemek. set right düzeltmek, tashih etmek. set sail yelken açmak, denize açılmak (gemi). set store by çok kıymetli saymak. set the fashion moda çıkarmak, örnek olmak. set the pace yarışta nasıl koşulacağını göstermek. set the teeth çaprazlamak (testere). set the watch nöbet dağıtmak. Set them up! İçkiler benden ! set to girişmek, başlamak. set to music bestelemek. set to rights düzeltmek, tashih etmek. set up havaya dikmek; açmak; kurmak, tesis etmek; işe başlatmak; yükseltmek (ses); ileri sürmek; mevkiini yükseltmek; harflerini dizmek; dik durdurmak; kendine getirmek; gerip tam yerine getirmek (yelken). set up a loud noise yaygarayı basmak. set up housekeeping ev açmak. set upon üzerine saldırmak veya saldırtmak.
seta(i.) (çoğ. setae) (biyol.) domuz kılına benzer sert uzantı; ince diken.
setback(i.) aksilik, işin ters gitmesi; ters akıntı; (mim.) yüksek binalarda üst katların alt katlara nazaran daha geriden inşa edilmesi.
setoff(i.) karşılık, mukabil; (huk.) borca mukabil sayılan borç; (mim.) çıkıntı.
seton(i.), (tıb.) kıl fitili, bundan çıkan cerahat.
setter(i.) dizici; seter (av köpeği).
setting(i.) kakılmış şey, mücevher yuvası; bir defada kuluçkaya konulan yumurtalar; tiyatro dekor; konunun geçtiği yer ve zaman, ortam; batma, gurup; bir kişilik yemek takımı; beste.
settle(f.), (i.) yerleştirmek, yerleşmek; düzeltmek; sakinleştirmek; dibe çökmek, posasını çöktürmek; durulmak; (k.dili) hesaplaşmak; karara varmak; ödemek, hesabı kapatmak; iskân ve imar etmek; bir karara bağlamak, halletmek; konmak (kuş); oturmak (temel); katileştirmek. settle accounts hesaplaşmak, hıncını almak. settle down yerleşmek, oturmak. settle in yerleşmek; (kış) bastırmak. settle on karar vermek; (huk.) (irat, nafaka) bağlamak. settle one's hash (k.dili) hakkından gelmek, göstermek, pes dedirtmek. settle the stomach karın ağrısını geçirmek. settle up hesap görmek. That settles it ! Tamam işte ! settled (s.) yerleşik; sabit; halledilmiş.
settlement(i.) yerleşme, oturma; kararlaştırma; halletme; hesap görme; duvarın veya toprak setin biraz çöküp oturması; yeni sömürge; yeni iskan edilmiş yer; ev, mesken; (huk.) irat bağlama. settiement house şehrin fakir semtlerinde kurulan yardım yurdu.
settler(i.) yeni bir yere yerleşen göçmen.
settling(i.) yerleşme; halletme; (çoğ.) tortu, posa.
setto(i.) çarpışma, tokuşma.
setup(i.), ABD, (k.dili) durum, vaziyet; ABD, argo kolaylıkla kazanılacak şekilde planlanmış maç; ABD, (k.dili) içkiye katılan buz ve soda; ABD, (k.dili) lokantada sofra takımı; fiziksel yapı; duruş.
seven(s.), (i.) yedi; (i.) yedi sayısı veya rakamı (7, Vll); yedili iskambil kâğıdı. seven fold (i.), (z.) yedi kat, yedi misli. seven won ders of the world dünyanın yedi harikası.
seventeen(s.), (i.) on yedi seventeenyear locust krizalit devresini on yedi senede toprak altında tamamlayan bir cins çekirge. seventeenth (s.) on yedinci; on yedide bir.
seventh(s.), (i.) yedinci; yedide bir; (i.) yedide bir kısım; yedinci şey; (müz.) yedili. seventh day yedinci gün, cumartesi günü. seventh heaven büyük mutluluk; göğün yedinci tabakası, yedinci gök.
seventy(s.), (i.) yetmiş (sayısı) sev entieth (s.) yetmişinci; yetmişte bir.
sever(f.) ayırmak, bölmek, tefrik etmek; koparmak; ayrılmak. severable (s.) ayrılabilir; kesilebilir.
several(s.) birkaç, çeşitli, muhtelif; ayrı, başka, münferit, tek; (huk.) özlük, şahsi. severally (z.) birer birer, ayrı ayrı, tek tek.
severalty(i.), (huk.) ayrılık, müstakil olma; ferdi mülkiyet. in severalty (huk.) ferdi olarak (mülkiyet).
severance(i.) ayırma, ayrılma, alakayı kesme. severance pay işten ayrılma tazminatı.
severe(s.) sert, şiddetli, haşin; fazla ciddi; kasvetli. severely (z.) şiddetle. severeness, severity (i.) şiddet, sertlik.
sevres(i.), Sevres ware Sevr şehrinde yapılan porselen. Sevres blue bu porselenin mavi rengi.
sew(f.) (sewed veya sewn) dikmek, dikiş dikmek. sew on üzerine dikmek, dikerek iliştirmek. sew up dikip kapamak; (k.dili) başarmak, halletmek.
sewage(i.) Iağım pisliği. sewage disposal lağım pisliğini yok etme veya kullanılır hale koyma sistemi, lağım boşaltma usulü.
sewer(i.) Iağım. sewer system kanalizasyon.
sewerage(i.) kanalizasyon; lağım pisliği.
sewing(i.) dikiş, dikilecek veya dikilmiş şey. sewing circle bir araya ge!erek yardım için dikiş diken kadınlar. sewing machine dikiş makinası. sewing silk ibrişim. sewing woman dikişçi kadın.
sex(i.) seks, eşey, cinslik, cinsiyet. sex appeal cinsi cazibe, seksapel. sexless (s.) eşeysiz, cinsliksiz, cinsiyetsiz.
sexagenarian(s.), (i.) altmışa ait; (i.) altmış ile yetmiş yaşları arasındaki kimse, altmışlık kimse.
sexagenary(s.), (i.) altmış, altmışar; altmış yaşındaki; (i.) altmışlık kimse.
sexcentenary(s.), (i.) altı yüz; (i.) altı yüz yıllık devre; altı yüzüncü yıldönümü.
sexennial(s.), (i.) altı senede bir olan; altı sene süren; (i.) altı senede bir yapılan şey. sexennially (z.) altı senede bir.
sextan(s.), (i.), (tıb.) altı günde bir gelen (nöbet).
sextant(i.) sekstant, gemicilikte bir gökcisminin yüksekliğini ölçen alet.
sextette(i.), (müz.) altı sesle söylenen veya altı çalgı ile çalınan parça: altılı koro veya orkestra; altılı takım.
sextile(s.), (i.) iki gezegen arasındaki altmış derecelik mesafeye ait; (i.), (astr.) bir birinden altmış derecelik mesafe ile ayrılmış iki gökcismi.
sextillion(i.) Amerikan ve Fransız usulüne göre 21 sıfırlı sayı; İngiliz usulüne göre 36 sıfırlı sayı.
sextodecimo(s.), (i.) on altı yapraklı kağıt tabakası; (i.) ortalama 10x15 cm ebadında olan kitap, (kıs.) 16 mo. veya 16 derece.
sexton(i.) zangoç; küçük ölü hayvanları gömen bir cins böcek, (zool.) Necrophorus.
sextuple(s.), (f.) altı kat, altı misli; (f.) altı ile çarpmak.
sextuplet(i.) bir batında doğan altı çocuktan biri; altılı takım.
sexual(s.) cinsiyete ait, cinsi, seksüel; (biyol.) cinsiyeti olan. sexual intercourse cinsel ilişki. sexual organs tenasül uzuvları. sexuality (i.) cinsiyet; seks kuvvetine sahip olma. sexually (z.) cinsel bakımdan.
sexy(s.), (k.dili) seksi cinsel arzu uyandıran.
Toplam 494 sonuç listeleniyor