coma(i). coma comatose, comatous (s). komada; yarı baygın.
3D Oyunlar
Türkiye'nin en güzel ve ilk 3d oyun sitesi - 3doyunlar.net
coma(i). (çoğ comae) (astr). koma, kuyrukluyıldızın başı etraflndaki ışık; (bot). püskül; (fiz). merceğin meydana getirdiği şeklin etrafındaki ağıl.
comb(i)., (f). tarak; ibik, tepe, sorguç; ibik gibi şey; petek; dalganın yüksek kısmı; (f). taramak, taranmak; (dalga) tümselip kırılmak comb out taramak, ayırmak.
combat(i)., (f). dövüş, mücadele, çarpışma, savaş; (f). dövüşmek, savaşmak, çarpışmak, mücadele etmek. combat fatigue harp tesiriyle meydana gelen psikonorotik bozukluk. close combat göğüs göğüse çarpıma single combat düello.
comberi tarak, yün, keten vb'ni tarayan kimse; uzun ve tümsekli dalga
combination(i). karıştırma, birleştirme; bileşim, terkip; bağdaşma, uyuşma, kaynaşma; birlik; kilidin şifre rakam veya harfleri; şifreli kilit; külot ve kombinezonu tekparça olan kadın iç çamaşırı; dans orkestrası combination lock şifreli kilit.
combine(i). uzlaşma, birlik; A.B.D., (k).dili siyasi ve ticari çıkar sağlamak için bir araya gelen grup; biçerdöğer makinası.
combine(f). birleştirmek, karıştırmak, bir araya getirmek; toplamak; birleşmek, bir araya gelmek.
combo(i)., (k).dili dans orkestrası.
combustible(s)., (i). yanabilir, tutuşabilir; parlamaya hazır; (i). kolay tutuşan şey.
combustion(i). yanma, tutuşma; (kim). ısı ve ışık veren oksitlenme. combustion chamber yanma hücresi, yanma haznesi. combustion furnace yanma fırını, yakım ocağı. combustion gases yakım gazları. combustion motor yakımlı motor. combustion period yanma süresi, yakım devresi. combustion türbine iç yakımlı türbin. incomplete combustion eksik yanma. internal-combustion engine iç yakımlı makina, motor.
come(f).gelmek, yaklaşmak, varmak; olmak, vaki olmak;akla gelmek;(k).dili orgazma varmak.come about olmak, vaki olmak;dönmek, volta etmek.come acrossrast gelmek, karşılaşmak;intiba bırakmak;argo istenileni yapmak, sakladığını çıkarıp vermek.come across with argo teslim etmek, ödemek, vermek.come along beraber gelmek;iyileşmek.come alongside yanaşmak, bordaya gelmek.come around kendine gelmek, ayrılmak, uğramak;razı olmak.come at varmak, ulaşmak; ile uğraşmak; üstüne yürümek, saldırmak. come back hatıra gelmek, eski formunu bulmak; argo ters bir şekilde cevaplandırmak. come by elde etmek, edinmek; yakınından geçmek, uğramak. He comes by his good looks naturally. Sevimli yüzü anasıyla babasına çekmiş. come down inmek, düşmek, intikal etmek, geçmek; argo uyuşturucu madde kullandıktan sonra kendine gelmek.come off one's high horse (k).dili hak etmek;elde etmek, almak..come into (mirasa) konmak; girmek, katılmak. come of çıkmak, -den gelmek. come of age reşit olmak. come off çıkmak, kopmak;olmak, vaki olmak;sona ermek, bitmek; sonunu erişmek; argo tutnmak. Come off it ! (k). dili Saçmalama! come on rast gelmek;gelişmek ilerlemek; sahneye çıkmak, yerinden çıkmak; yayınlanmak; meydana çıkmak; sosyeteye takdim edilmek (genç kız); sonuçlamak, neticelenmek. come out with söylemek, ağızdan kaçırmak;satışa çıkarmak. come over olmak, bir hal takınmak; (karşıdan) gelmek; taraf değiştirmek, katılmak. come round (bak).come around. come short az gelmek, yetmemek. come through with (k).dili (beklenileni) yapmak. come to ayrılmak, kendine gelemek; (bir çareye, bir karara) varmak, erişmek, başlamak, den. orsa etmek.come to a head olgunlaşmak; dönüm noktasına varmak; baş vermek. come to blows yumruk yumruğa gelmek. come to grief başı darda olmak; başarısızlığa uğramak. come to grips with ciddiyetle ele almak. come to hand gelmek, alınmak. come to life canlanmak. come to light meydana çıkmak. come to hothing boşo gitmek, neticesiz olmak. come to one's senses aklı başına gelmek, aklını başına toplamak; ayrılmak, açılmak. come to pass vaki olmak. come to stay yerleşmek . come to terms (with) uzlaşmak, anlaşmak; teslim olmak, kabul etmek. Come to think of it... Aklıma gelmişken ... come true gerçek leşmek, doğru çıkmak; filizlenmek. come under girmek. come up against -e çatmak, ile karşılaşmak. come up to (belirli bir hizaya) kadar gelmek; (belirli bir seviyeyi) tutturmak. come up with A.B.D., (k).dili öne sürmek, ortaya atmak. come upon bulmak; karşılaşmak; saldırmak. come what may ne olursa olsun . Come July and we'll be swimming. Temmuz geldiğinde denize girmiş olacağız. to come önümüzdeki gelecek. come-at-able (s).erişilebilir.
come-hither(s)., A.B.D., argo çekici, davet edici (bakış).
come-on(i)., A.B.D. (argo). tuzak kuran kimse, tuzak; davet edici bakış.
comeback(i)., (k).dili eski formunu bulma; argo zekice ve yerinde cevap; A.B.D., argo şikayet sebebi.
comedian(i). komedi artisti, komedyen; komedi yazarı comedienne(i). kadın komedi artisti.
comedown(i). hayal kırıklığı, düşüş, sukut.
comedy(i). komedi, güldürücü piyes veya filim.
comely(s). sevimli, güzel, yakışıklı, zarif; uygun, yakışan.
comer(i). gelen kimse; katılan kimse; (k).dili geleceği parlak olan şey veya kimse istikbal vaat eden şey veya kimse. all comers müracaat eden herkes butün katılanlar.
comestible(s)., (i)., (nad). yenilebilir; (gen). (çoğ). yiyecek şey, gıda maddesi.
comet(i)., (astr). kuyrukluyıldız.
cometary(s). kuyrukluyıldız gibi veya ona ait.
comfit(i). bonbon, birçeşit şekerleme; şekerli meyva.
comfort(i)., (f). rahat, refah, konfor; teselli; A.B.D. yorgan; (f). rahat ettirmek; teselli etmek; yatıştırmak; (huk). yardım etmek. comfort station umumi helâ. creature comforts bedeni rahatı sağlayan konfor comfortless (s). kasvetli; konforsuz.
comfortable(s)., (i). rahat, müreffeh; teselli edici, rahatlatıcı; (k).dili yeterli; (i)., A.B.D. yorgan comfortably (z). rahatça.
comforter(i). rahatlatıcı şey; teselli edici kimse veya şey; A.B.D yorgan; yün boyun atkısı; bh Ruhulkudus.
comfrey(i). karakafes, (bot). Symphytum.
comfy(s)., (k).dili rahat.
comic(s)., (i). güldürücü, gülünç, komik; komedi ile ilgili; (i). komedi oyuncusu. comics, comic strip karikatür şeklinde hikâye serisi. comic book miki tipinde resimli çocuk kitabı. comic opera operakomik.
comical(s). komik. comically (z). gülünçlü olarak.
coming(i)., (s). geliş, yaklaşma, varış, zuhur; (s). gelen gelecek, yaklaşan; istikbal vaat eden. coming-out (i)., (k).dili sosyeteye takdim ediliş.
comity(i). nezaket, medeni davranış, karşılıklı iyi muamele. comity of nations milletlerin birbirlerinin hukuk ve adetlerini tanımaları.
comma(i). virgül .comma bacillus virgül şeklinde mikrop, kolera mikrobu. inverted commas tırnak işareti.
command(i)., (f). emir, kumanda, komut; bir subayın kumanda ettiği askerler; yetki, hakimiyet; (f). emretmek, hâkim olmak, kumanda etmek, idare etmek; amir olmak, bakmak. a good command of (a Ianguage) (bir dili) rahat konuşabilme. at command emir üzerinde. at one's command emrinde. by command of emri ile in command amir, sözü geçen.
commandeer(f)., (ask). askeri hizmete mecbur tutmak; müsadere etmek.
commander(i). kumandan, komutan; önder, baş; deniz binbaşısı. commander in chief başkomutan.
commandery(i). tımar, zeamet; kumandanlık; masonluk gibi cemiyetlerin loncası.
comme il faut(Fr). icap ettiği şekilde, gerekli şekilde; modaya uygun.
commemorate(f). anmak, zikretmek, hatırasını yad etmek commemora'tion (i). anma, hatırasını yad etme; anma töreni. commemorative (s). anma vesilesi oian; hatıra serisi olarak basılmış (pul).
commend(f). tavsiye etmek, salık vermek; övmek; saygılarını sunmak; emanet etmek.
commendable(s). övülmeye 1ayık, beğenilir. commendably (z). övülmeye lâyık şekilde.
commensal(s)., (i). aynı sofrada yemek yiyen;( zool). komensal; (i). sofra arkadaşı.
commensurable(s). aynı birim ile ölçülebilen; orantıl commensurably (z). orantılı olarak.
commensurate(s). orantılı, eşit; yeterli; uygun, münasip. commensurately (z). uygun bir öIçü ile.
comment(i)., (f). yorumlama, tefsir; açımlama; düşünce, mütalaa; eleştirme tenkit; (f). açımlamak, fikrini söylemek; on ile hakkında fikir beyan etmek, tefsir etmek, yorumlamak; eleştirmek .commentary (i). tefsir, şerh, açımlama, izah; çıkma haşiye.
commerce(i). ticaret, iş, alım satım; toplumsal ilişkiler; cinsel ilişki. chamber of commerce ticaret odası. domestic commerce iç ticaret. foreign commerce dış ticaret.
commerce(f). alışveriş etmek; ilişkide bulunmak.
commercial(s)., (i). ticari; (i). radyo veya televizyon ilânı. commercial college ticaret öğretimi yapan yüksekokul .commercial law ticaret hukuku. commercial paper kıymetli ticari vesika; kısa vadeli ticari senet; emre yazılı senet; poliçe.
commie(i)., (k).dili komünist.
commingle(f). karıştırmak, katıştırmak; karışmak, kaynaşmak.
comminute(f). ezmek, ufalamak, toz haline getirmek.
commiserate(f). kederini paylaşmak, dert ortağı olmak, rikkat göstermek. commisera'tion (i). teselli, rikkat, acıma.
commissar(i). komiser, eskiden S.S.C.B.'nde herhangi bir idari örgütün başında olan kimse.
commissariat(i)., (ask). Ievazım sınıfı; eskiden S.S.C.B.'nde siyasi örgüt; komiserlik.
commissary(i)., (ask). iaşe ve levazımat mağazası; vekil, mümessil; komiser.
commission(i)., (f). görev, vazife, iş; işleme; eylem; komisyon ücreti, yüzdelik; kurul, komisyon; rütbe, mevki; salahiyetname, emirname; belirli bir görev için verilen yetki; (f). tayin etmek, atamak; vazifelendirmek, görevlendirmek, memur etmek; den donanmaya katmak, kadroya sokmak. execute a commission bir görevi yerine getirmek in commission sefere hazır (gemi); işe hazır. out of commission görev yapamaz halde; bozuk. put into commission sefere hazır hale koymak; tamir etmek. put out of commission işlemez hale getirmek; yıkmak, mahvetmek.
commissionaire(i). Avrupa otellerinde veya hükumet dairelerinde hizmet eden uşak veya haberci; ingiltere'de kapıcılık vb. işlerde bulunan görevli.
commissioner(i). mühim bir işe tayin edilen memur; şube müdüru; komisyon üyesi; vekil.
commissure(i). birleşme noktası, ek yeri; (anat)., (zool). birleşik iki organın birbirleriyle birleşme yeri, dudakların veya göz kapaklarının bitiştiği yer.
commit(f). (ed -ting) işlemek, yapmak; emanet etmek, teslim etmek, tevdi etmek; kanun tasarısı v.b.'ni komisyona havale etmek; söz vererek bağlamak. commit oneself bir karara varıp bunu ilân etmek. commit oneself to kendini adamak, hasretmek. commit to memory ezberlemek. commit to prison hapsetmek. commit to writing yazmak.
commitment(i). vaat, taahhut; kesin karar; teslim etme, teslim olma; bağlantı; havale; irtikap, (suç) işleme; (huk). birinin hapishane veya akıl hastanesine kapatılması için mahkemeden alınan karar, hapis ilâmı.
committee(i). komite, kurul, komisyon. committee of the whole meclisin komisyon halinde toplanması. in committee encümende, komisyonda. joint committee birleşik komisyon. standing committee daimi encümen.
commix(f). birbirine karıştırmak veya karışmak.
commode(i). çekmeceli dolap; konsol, komodin; lavabo; lazımlık, oturak.
commodious(s). geniş, kullanışlı, ehven; rahat, ferah.
commodity(i). mal, emtia, eşya; yararlı şey. staple commodities başlıca satış ürünleri.
commodore(i)., den. komodor; yat kulubü reisi.
common(s).genel, yaygın, umumi, umuma ait; ortak, müşterek; evrensel; adi, bayağı, kaba; alışılmış, mutat. common carrier para ile yolcu veya yük taşıyan firma. common consent umumun rızası. common divisor (mat). ortak tam bölen. common fraction (mat). bayağı kesir. common gender (gram). hem eril hem dişil. common good kamu yararı. common knowledge bilinen gerçek. common law orf ve âdete dayanan hukuk .common-law marriage resmi nikâhsız beraber yaşama. common man alelade bir kimse. Common Market Ortak Pazar. common multiple (mat). ortak katsayı. common noun cins isim. common or garden variety bayağı, alelade cinsten, sıradan. Common Pleas medeni hukuk davalarına bakan mahkeme. common room umuma mahsus salon. common scold şirret kadın. common sense sağduyu. common stock alelade hisse senetleri .common time (müz). 4/4 lük ölçü. common touch sempatik olma kabiliyeti. the common run orta, vasat. commonly (z). çoğunlukla, çok kere.
common(i). genel park veya otlak, halkın ortak malı olan yer, meydan; (huk). bir kimsenin başkasının toprak veya suyu üzerinde hak iddia etmesi. in common müştereken, beraber, birlikte, ortaklaşa. in common with ile ortak olarak. out of the common fevkalade, alışılmamış. short commons yetersiz yiyecekler.
commonage(i). umuma ait olan otlağı kullanma hakkı; ortak mal sahipliği; avam.
commonalty(i). avam, halk tabakası, topluluk; tüzel kişiliği olan ticari şirket üyesi.
commoner(i). halk tabakasından olan kimse; (bazı ingiliz üniversitelerinde) kendi hesabına okuyan talebe.
commonplace(s)., (i). adi, sıradan, bayağı; olağan; kişiliği olmayan; (i). beylik laf, klişe, çok söylenmiş söz; çok görülmüş herhangi bir şey, basmakalıp iş.
commons(i)., (çoğ)., (ing). avam, halk tabakası; (üniversitede) yemekhane. House of Commons Avam Kamarası.
commonwealth(i). ulus;cumhuriyet; A.B.D. eyalet. the Commonwealth İngiliz Milletler Topluluğu.
commotion(i). gürültü; karışıklık, ayaklanma.
communal(s). toplumla ilgili, toplumsal, halka ait; umumun malı olan.
communalism(i). her eyaletin ayrı bir devlet olarak idare edildiği idari sistem.
communalize(f). bir şeyi mahalli halka mal ettirmek; mahalli idare altına sokmak.
commune(f)., (i). sohbet etmek, söyleşmek, hasbıhal etmek, konuşmak: (i). konuşma, sohbet, söyleşi.
commune(i). bazı memleketlerde mahalli idare; komün; avam.
communicable(s). bulaşıcı, sari; ifade edilmesi mümkün, söylenebilir.
communicant(i). bilgi veren kimse, konuşan kimse; Aşai Rabbaniyi (komünyon) alan veya almaya hakkı olan kilise üyesi.
communicate(f). ifade etmek, anlatmak; nakletmek; meramını anlatmak; muhabere etmek, haberleşmek; bulaştırmak; aralannda bağlantı olmak; bildirmek.
communication(i). haberleşme; ulaşım; ulaştırma; bağlantı irtibat; haber, mektup. Minister of Communications Ulaştırma Bakanı.
communion(i). paylaşma; katılma; Aşai Rabbani ; Hıristiyanlıkta mezhep; arkadaşlık; sohbet.
communism(i). komünizm. communist (i)., (s). komünist; (s). komünistlere veya komünizme. ait communis'tic (s). komünizm taraftan olan.
community(i). aynı yerde veya aynı şartlar altında yaşayan insan topluluğu; toplum, cemiyet; ahali, halk, amme; müşterek tasarruf, ortak mal sahipli. community center A.B.D. şehir kulübü, bir bölgede oturanlann meselelerini çözümlemek veya eğlenmek için toplandıkları özel yer veya bina. community chest A.B.D.kamu yararına çalışan kurumların yıllık para toplama kampanyası.
communize(f). müşterek tasarrufa tabi kılmak, umumun malı haline getirmek.
commut-te(f)., elek cereyanın yönünü değiştirmek.
commutable(s). deiştirilebilir; hükümetçe deiştirilmesi veya hafifletilmesi caiz (ceza).
commutation(i). değiştirme, değiş mübadele; A.B.D. bir kimsenin evi ile işi araslnda abonman bileti ile yaptğı yolculuk; (huk). cezanın değiştirilmesi veya hafifletilmesi. commutation ticket abone kartı veya bileti.
commutative(s). değiş tokuş veya yer deiştirmeyle ilgili.
commute(f).değiş tokuş etmek mübadele etmek; deiştirmek veya hafifletmek (cezayı); toptan daha ucuza almak (aylık tren bileti v.b'ni); karşılığını ödemek; yerini tutmak; (elek). cereyanın yönünü değiştirmek her gün iş ile ev arasında gidip gelmek. commuter (i). her gün işi ile evi arasında gidip gelen kimse.
comp(kıs). companion comparecompiled complete.
compact(s)., (f). (i). yoğun, kesif, sıkı, sık; ince taneli; kısa özlü; of ile -den mürekkep; (f). tazyikle yoğunlaştırmak; (i). pudriyer, pudralık; (oto). küçük araba.
compact(i)., (f). sözleşme, sözlü anlaşma; (f). sözleşmek.
companion(i)., (f). arkadaş, yoldaş, ahbap; eş; elkitabı, rehber; (astr). kendisinden daha parlak bir yıldıza çok yakın olan ikinci bir yıldız; (f). arkadaşlık etmek.
companionable(s). kolayca arkadaş olabilir; hoş sohbet; samimi, sıcakkanlı.
company(i). grup; misafir grubu; misafir; şirket, kumpanya, ortaklık; beraberindekiler, arkadaşlar; eşlik, refakat, arkadaşlık; tiyatro oyuncu topluluğu; (ask). bölük; (den). mürettebat tayfa. company manners görgü kurallarına uygun davranışlar. company store bir müessesenin kendi memurlanna mahsus olan satış mağzası.compamy union (A.B.D.). işverene bağlı olan sendika; bir müessesenin işçilerine mahsus olan sendika. in company with ile beraber, birlikte .in good company iyi arkadaşlarla. jointstock company bir cins anonim şirket. keep company eşlik etmek; flört etmek Iimited liability company limited şirket. part company with den aynlmak ship's company gemi mürettebato, gemi tayfası.
comparable(s). karşılaştırılabilir, karşılaştırması mümkün.
comparative(s)., (i). mukayeseli, karşılaştırmalı; nispi, orantılı; (gram). (sıfat veya zarflann) üstünlük derecesini gösteren; (i)., (gram). üstünlük derecesi. comparative anatomy karşllaştlrmall anatomi compnrative linguistics karşılaştırmalı dilbilim. in comparative comfort hali vakti yerinde.
compare(i). mukayese, kıyas, karşılaştırma .beyond compare, without compare fevkalade, eşsiz, üstün.
compare(f)., with ile karşılaştırmak, karşılaştırılabilir olmak, kıyas kabul etmek; to ile benzetmek, benzemek; (gram). (sıfat veya zarfın) üstünlük derecesini göstermek. compare notes görüş ve fikir teatisinde bulunmak.
comparison(i). karşılaştırma, mukayese; münasebet, ilişki, nispet, benzerlik; gram sıfat veya zarflara üstünlük veya enüstünltk derecesini katan çekim şekli; benzetme, teşbih. in comparison with -e nispeten, -e nispetle, -e oranla.
compartment(i). kompartıman, bölme. compartmen'talize(f). bölmelere aylrmak.
compass(f). etrafını dolaşmak; şamil olmak, kapsamak; çevirmek, sarmak, kuşatmak; başarmak; kavramak, anlamak; gizli plan kurmak.
compass(i). pusula; pergel; çevre; sınır; saha, alan, menzil; devir, deveran, süre. compass card, compass rose pusula kartı, rüzgargülü. compass needle pusula ibresi, pusula inesi. compass saw delik testeresi. beam compass büyük daire çizmeye mahsus sürgülü pergel. box the compass sıra ile pusula kertelerini saymak. drawing compass resim pergeli. mariner's compass gemici pusulası pair of compasses pergel.
compassion(i). şefkat, merhamet, acıma, sevecenlik.
compatible(s)., (gen). with ile uygun, birbirini tutan, munasip; geçimli.
compel(f). (-Ied, -ling) zorlamak, icbar etmek, mecbur etmek.
compendious(s). özet halinde, kısa, özlü, muhtasar, kısaltılmış.
compensate(f). tazmin etmek, bedelini ödemek; telafi etmek, karşılamak; (mak). denklemek, denge sağlamak, eşitlemek. compensate for one thing with another tazmin etmek, bir şeyi diğeri ile telâfi etmek. compensate one for -in bedelini birine ödemek.
compensation(i). tazmin, telafi; karşılık, ücret, maaş, bedel; takas, karşılama.
compensator(i). telafi eden şey veya kimse; dengeleme tertibatı. compensator coil (elek). dengeleme bobini. compensator spring saatte dengeleme yayı.
compete(f). rekabet etmek, yarışmak, müsabakaya girmek.
competence(i). yeterlik, kifayet; yetenek, ehliyet, iktidar, güç; hak, yetki, salahiyet; geçinecek kadar gelir.
competent(s). yeterli, işinin ehli olan, kabiliyetli; yetkili, salahiyetli.
competitive(s). rakip olan; rekabet ile ilgili; müsabaka tarzında, yanşma mahiyetinde.
compilation(i). derleme; derleme eser, çeşitli kaynaklardan toplanan bilgi veya yazılarla meydana getirilen eser; liste.
compile(f). toplayıp liste haline getirmek; çeşitli kaynaklardan bilgi toplayıp sıraya koymak; bu şekilde eser telif etmek, derlemek.
complacency(i). kendi kendinden memnun olma hali; gönül rahatlığı. complacent (s). kendi halinden memnun, rahat; kendini beğenmiş.
complain(f). şikâyet etmek, yakınmak, derdini anlatmak, içini dökmek; suçlamak. complainant (i). şikâyetçi, davacı.
complaint(i). şikayet, feryat, dertyanma; dert, keder, şikâyet sebebi; hastalık, keyifsizlik; (huk). isnat.
complaisance(i). hoşgörü, müsamaha, göz yumma. complai'sant (s). müsamahakâr, hoşgörü sahibi.
complement(i)., (f). tamamlayıcı herhangi bir şey, tümleç; tüm, bütün; (geom). bir dar açıyı dik açı haline getirmek için gerekli olan açı derecesi; (gram). tümleç; (müz). oktavı tamamlayan enterval; (f). tamamlamak; birbirini tamamlar olmak.
complementary(s). tamamlayan, tamamlayıcı, tümleyici. complementary angle tümler açı. complementary colors (bak). color.
complete(s)., (f). tamam, tam, bütün; bitmiş, tamamlanmış; mükemmel, dört başı mamur; (f). tamamlamak, bütünlemek, yetkinleştirmek; bitirmek. a complete surprise tam bir sürpriz. completely (z). tamamen, butünüyle. completeness (i). bütünlük, tam olma hali. completion (i). bitirme, tamamlama, sona erme; yerine getirme.
complex(i). bileşik veya karışık herhangi bir şey; karmaşa; (psik). komplek. building complex site. inferiority complex aşağılık duygusu. superiority complex kendini üstün görme duygusu.
complex(s). karmaşık; çapraşık, muğlak; bileşik, mürekkep, birkaç elemandan meydana gelmiş; karışık, birbirine eşit olmayan elemanlardan meydana gelmiş. complex number karmaşık sayı. complexity (i). müşkuüât, güçlük.
complexion(i). cilt, ten; sima, görünüş, veçhe. complexioned (s). belirli bir ten rengi olan.
compliance(i). uyma; itaat; başeğme; razı olma. in compliance with -e uygun olarak, mucibince. compliant (s). uysal, itaatkâr, yumuşak başlı.
complicate(f)., (s). karıştırmak, zorlaştırmak, güçleştirmek; (s). karmaşık; (bot)., (zool). uzunlamasına katlanmış (böcek kanadı vb). complicated (s). karmaşık; muğlak, çapraşık, anlaşılması güç, çözülmesi güç.
complication(i). karmaşık hale getirme; bir işe giriştikten sonra meydana çıkan engel, zorluk; karışıklık: (tıb) ihtilât.
compliment(f)., (i). kompliman yapmak, iltifat etmek; övmek; (i). iltifat, kompliman. compliments (i). selâmlar. compliments of the season (ing). tebrikler. double-edged compliment iğneli kompliman. He sends his compliments. Selâmlarını gönderdi. pay a compliment kompliman yapmak. present one-s compliments hürmetlerini sunmak. with my compliments selâmlarımla: parasız, hediye olarak. complimentary (s). hediye olarak, parasız; övme kabilinden.
complot(i). eski komplo, suikast, gizli tertip.
comply(f)., with ile uymak; itaat etmek.
component(i)., (s). bir tümü meydana getiren kısımlardan biri, cüz, unsur, parça, eleman; (s). bileşimde bulunan.
comport(f). davranmak; with ile uymak, uygun olmak. He comported himself well. iyi davrandı. The results comportwith our expectations. Netice beklediğimiz gibi oldu. comportment (i). davranış, hal ve gidiş.
compose(f). meydana getirmek, oluşturmak; düzenlemek, tertip etmek; bir butünün parçalarını teşkil etmek; bestelemek; (eser) yazmak, yaratmak; (matb). dizmek, tertip etmek. composed of -den ibaret. composing machine (matb). dizgi makinası. composed (s). sakin, kendi halinde.
composer(i). besteci, bestekâr, kompozitör.
composite(s)., (i). bileşik, mürekkep; karma, karışık, muhtelit; (b.h)., (mim). Korent uslubu ile ionik üslup karışımı olan sütun şekline ait; (bot). bileşikgiller familyasından; (i). alaşım, halita, bileşim, terkip; (bot). bileşikgillerden herhangi bir bitki. composite number (mat). bölünebilir sayı, asal olmayan sayı. composite photograph fotomontajla biraraya getirilmiş birkaç fotoğraftan meydana gelen resim.
composition(i). tümleme, derleme, bir araya getirme; tertip, terkip; nitelik, mahiyet; alaşım, halita; bileşim: kompozisyon, yazı ödevi, tahrir; beste, bestecilik; uzlaşma, anlama; (matb). dizgi, tertip.
compositor(i)., (matb). mürettip, dizgici, dizici.
compost(i). çürümüş yaprak v.b ile karışık gübre.
compound(f). birleştirmek, bir bütün haline getirmek, terkip etmek; şiddetlendirmek; borç konusunda anlaşmak. compound a felony menfaat karşıIığında suçluyu dava etmekten vazgeçmek veya suçunu örtbas etmek. compound with ile... anlaşmak, uzlaşmak.
compound(s)., (i). bileşik, mürekkep; (zool). tek tek hayvancıklardan husule gelmiş; (i). alaşım, halita; bileşim, terkip; (gram). bileşik kelime. compound curve mürekkep eğri. compound eye bileşik göz. compound fraction bileşik kesir. compound fracture (tıb). açık kırık. compound interest bileşik faiz. compound number karışık sayı. chemical compound kimyasal bileşim.
compound(i). içinde binalar bulunan etrafı duvarla çevrili arazi.
comprador(i). Uzak Doğu'da yabancı firmalar hesabına çalışan yerli acente.
comprehend(f). anlamak, idrak etmek, kavramak; kapsamak, içine almak, ihtiva etmek. comprehensible (s). anlaşılabilir, idrak olunabilir, makul. comprehension (i). anlayış, idrak; kapsam, şümul. comprehensive (s). geniş, şümullu, etraflı; idraklı,anlama yeteneği olan.
compress(i)., (tıb). kompres; pamuk v.b balyalarını sıkıştıran makina.
compress(f). sıkmak, basmak, tazyik etmek. compressed air sıkıştırılmış hava. compressible (s). sıkıştırılabilir.
compression(i). sıkıştırma, tazyik, kompresyon; kısaltma, ufaltma. compression stroke (oto). sıkıştıran vuruş.
compromise(i)., (f). uzlaşma, uyuşma; bazı şeylerden fedakârlık ederek varılan anlaşma zemini; (f). uzlaştırmak, bazı şeylerden fedakârlık yoluyla aralarını bulmak; (bir kimsenin). şerefini tehlikeye atmak; (bir işin neticesini) tehlikeye atmak. compromisewith ... ile uzlaşmak, uyuşmak.
comptroller(i). hesap kontrol memuru, murakıp, denetleyici, kontrolör.
compulsion(i). zorlama, cebir, icbar; mecburiyet; içten gelen itici his. compulsive (s). zorlayıcı, içten gelen yenilmesi güç bir hissin tesiriyle yapılan.
compulsory(s). mecburi, yükümlü; zorunlu. compulsorily (z). zorla, mecburi olarak, zorunlu olarak, metazori.
compunction(i). vicdan azabı; pişmanlık, nedamet; esef, yerinme; (vicdanisebeplerle) çekinme, tereddüt, reddetme.
compurgation(i)., (huk). eskiden bir sanığın suçsuzluğunun birkaç tanığın şahadeti ile kabul edilmesi.
compute(f). hesap etmek, hesaplamak. computa'tion (i). hesap, hesaplama.
computer(i). kompüter, hesap eden kimse; elektronik hesap makinası,elektronik beyin. computer hardware kompüterin esas kısımları. computer software yapılacak işe göre değiştirilen kompüterin yardımcı aksamı. analogue computer kendisine verilen rakamlan elektronik nicelikler şeklinde kullanarak hesap çıkaran makina. diqital computer kendisine verilen rakamları ikili rakam olarak kullanarak hesap çıkaran makina.
comrade(i). arkadaş, yoldaş. comradeship (i). arkadaşlık.--*
Toplam 211 sonuç listeleniyor